Önemli maçlar, iki kentin takımları arasındaki o “tantanalı” derbiler, biten sezonlar ve tabi ki seçimlerde alınan sonuçlar, spor kulübü yönetimleri için de siyasi parti yönetimleri için de, “takkelerin düşüp kellerin göründüğü” durumlardır.

Ve yine, “kelle” üzerinden bir deyimle gönderme yapmak gerekirse, “külahları önüne koyup iyice ve yeniden düşündüğü” süreçlerin tetikleyicisidir.

“Külah” deyince de yine bir başka özlü sözü hatırlatırsak, “külahların değişildiği” fırsatlardır.

Her üç tabirin de ne anlama geldiğini, Türkçe’ye vakıf herkes gayet iyi anladı.

Bir kere, şu değerlendirmeyi açıkça yapmakta fayda var.

Mühürsüz pusulaların dayatıldığı 2017 hileli referandumu da dahil, bu ülke tarihinin en adaletsiz ve en fazla “sandık arızası”nın yaşandığı seçimlerden biriydi bu. Pek çok yerde hiç de “doğal olmayan” ve eşyanın tabiatına aykırı sonuçların sandıktan çıktığı ve bence (futboldan benzetme yaparsak) VAR’dan kesinlikle dönebilecek “pozisyonlar” (kütük, sayım ve sandık hileleri) yaşanan deneyimlerdi, 14 ve 28 Mayıs seçimleri.

Seçmen sayıları, bunun içindeki “tartışmalı vatandaşlık üzerinden kaydedilen yabancı kökenli seçmen sayıları” ve sözünü ettiğimiz bu sayıların şeffaflıktan çok uzak bir biçimde dayatılması bile, sağlıklı bir demokraside kabul edilemeyecek, önemli “arızalar” olarak kayda geçmelidir.

Propaganda ve seçmene erişimdeki adaletsizlikleri saymıyorum bile.

Zaten en başta 2’nci tura kalan iki adaydan birinin, Anayasa’nın ilgili hükümlerine göre (üstelik 1 değil tam 3 maddede) aday olma yeterliliğine gereken (yeterli demiyorum – gereken diyorum) itirazın yapılmamış olması ve göz göre göre Anayasaya aykırı bir oylamaya gidilmesi tarihi bir siyasi skandaldır.

“Nasıl olsa kazanırız abi...” mantığı ile bu kadar açık bir hukuksuzluğa razı olunması, muhalefet açısından ağır bir aczin ifadesiydi.

Bunları bir yana koyalım.

***

Herhangi bir seçimin icra edilişinde, üstelik de bu anlamda antidemokratik ve etik dışı oyunların hilelerin neredeyse “standart” olduğu bir ülkede bu oyuna “güçsüz, örgütsüz, pısırık” kadrolarla girmek zaten yenilginin diğer önemli unsurlarından biriydi. Tartışmasız bir kuraldır: “Bir ülkede, iyiler en az kötüler kadar örgütlü değilse, mutlaka kötüler kazanır...”

AKP (2015 Haziran ve 2019 hariç) niye ve nasıl kazanıyor sanıyorsunuz?

Ama, bunları da bir kenara bırakırsak, seçimin muhalefet özellikle de CHP, HDP, TİP vb. (sol ve görece solda varsayılan güçler) tarafından kaybedildiğinin cevabını başka yerde aramak lazım.

Çıkış noktaları, söylem ve icraatı genel anlamda “Milliyetçilik, ırkçılık, mezhepçilik, din bezirganlığı, anti-laik ideoloji, rantçılık ve emperyalizm işbirlikçiliği” üzerine oturmuş, sağ partilerin ne olduğunu seçmen on yıllardır gayet iyi biliyor. Neticede gidip oylarını, yukarıdaki tırnak içinde saydığımız bu özelliklerini bir şekilde ödüllendirerek kullanıyor.

Ta, Menderes’lerden, ta Demirel’lerden, ta Özal’lardan, Çiller, Yılmaz vs. beri bu iş böyle.

Peki ya, sistemin “ana akım”ında “karşı cenahta” konumlanmış olduğunu varsaydığımız (başta CHP olmak üzere) diğer partiler?

***

Neyi temsil “ettiklerine, edeceklerine, etmeleri gerektiğine” karar verdiler mi hiç?

Bu soruyu, sözünü ettiğim partilerin en tepelerindeki ya da tepelere yakın isimlerine bile sorduğumda hep “esnek ve geçiştiren” yanıtlar aldığım için bugün daha bir cesaretle ve biraz da seçim sonuçlarının analizine yardımcı olabilmesi açısından tekrar soruyorum.

Örneğin CHP?

Neyi temsil ediyor?

Kemal Kılıçdaroğlu “Sağ-sol diye bir şey yok artık. Bunlar 19’ncu yüzyılın kavramları” diyerek, “Türkiye’de laikliğin birincil öncelikli bir sorun olmadığını” açıkça söyleyerek, yanından geçen ülkücü konvoylara “Bozkurt işareti” ile mukabele ederek, seçim döneminde “Eski – yeni Bozkurtlarla” kafa kafaya vererek, sendika ve emek örgütlerinin kapılarına (nasılsa bize verirler abi?) bile uğramayarak, pek çok temel siyasi meseleye “helal - haram, Allah’ın izni, elhamdülillah vb.” söylemleri ile partinin bu anlamda “kafa karışıklığını” açıkça ve mütemadiyen ortaya koymuyor mu?

Nerede duruyor CHP? Neyi temsil ediyor? Kimden oy aldığını, alabileceğini ve alamadığını, ısrarla alamayacağını doğru düzgün analiz edebilir mi?

Programı ve tüzüğünde bunu net biçimde okuyabiliyor muyuz?

Kurultaylarında bu konuların özgürce ve net biçimde tartışılabildiği ortamlar yaratılıyor mu? Yoksa ısrarla frenleniyor mu? Yoksa kurultaylar sadece aday, liste kavgalarına mı boğuluyor?

Bunların yanıtını veremediğiniz sürece, galibiyetleri de mağlubiyetleri de net biçimde analiz etmek mümkün değildir.

Bunu diğer partilere de teşmil edebilirsiniz.

Önce herkes bunu yapacak.

Sonra seçmeni, filanca ilin falanca ilçe ya da mahallesindeki seçmeni kınayacak veya sitem edeceksiniz.

Rakibin bu analizi gayet iyi yapmış ve şu an erime eğiliminde olsa da hâlâ seçim kazanabilecek durumda.

Sen ne “siyasi - ideolojik kimlik” sorununu, ne de “güçlü örgüt” sorununu halledebilmişsin.

Otur bu derslere çalış.

Bak, önünde çok önemli yeni seçimler/sınavlar var.

Bu yenilgi, tarihin ve hayatın da sonu değil.

Tarih bekler.

Ama bu kadar acılı, sorunlu, muzdarip halkın beklemeye tahammülü yok artık.