Tanımlanamayan bir düşünür: Michel Foucault

YILDIRIM ORTAOĞLAN

Filozoflar, entelektüeller ya da sınırları ihlal edenler kimi zaman yazdıkları şeylerin anlaşılmaması üzerine yeni bir eser üretmenin okur için iyi bir izlek olduğunu düşünür. Bu yolda Kant ilk eleştirisi için Prolegomena’yı, Hume ilk kitabı için Soruşturma’yı, Foucault ise Kelimeler ve Şeyler için Bilginin Arkeolojisi’ni yazmıştır. Bu metinler her ne kadar anlaşılmayanın açık kılınması içinse de, aynı zamanda başlı başına birer temel metindir. Foucault’nun anlaşılması en güç eserlerinden biri olan Bilginin Arkeolojisi de düşünmenin sınırlarını yeniden belirleyen kavramsal dönüşümleri içermektedir. Söz konusu metin, bu dönüşümleri, bize arşiv, söylem, episteme ve süreksizlik gibi kavramlarla sunar. Özellikle süreksizlik, Bilginin Arkeolojisi’nin en önemli temalarından biridir. Burada bahsi geçen kavramlar arasından süreksizliğin ön plana çıkarılacak olmasının nedeni, Foucault’nun yapısalcılıkla ilgisinde bize sunduğu ipucudur.


Tarihin tekerine çomak sokmak

Foucault’nun kendi yöntemini açıkladığı Bilginin Arkeolojisi, öncelikle, tarih alanında gerçekleşen dönüşümleri teşhis etmenin bir resmidir. Bu resimde öne çıkan süreksizlik fikri ise, geleneksel tarih kavrayışının istinat duvarına vurulan bir darbedir. Ortaçağ’ın “karanlık geceleriyle” Aydınlanma’nın “aydınlık gündüzlerini” bağlayan tarihin belirli bir erek doğrultusunda ilerlediği düşüncesi, süreklilik fikrinin zeminini oluşturmaktadır. Foucault ise bunun karşısına, birbirinden oldukça farklı olan bilgi alanlarının nasıl olup da aynı kurallar ve yasaları izlediği sorusunu yerleştirir. Cevap “bilinçdışı kurallar”dır. Farklı alanlarda çalışan ve birbirinde haberdar olmayan bilim insanları, bu sayede birbiriyle bağlantısı olan bilgi alanları inşa eder. Böylece Foucault, geleneksel düşüncenin en keskin temalarından biri olan sürekliliğe, yani tarihin belirli bir erek doğrultusunda hareket etmesinin karşısına, kırılmaların ve değişimlerin hâkim olduğu süreksizlik fikrini yerleştirir. Bu değerlendirme biçiminde, süreksizlikler olarak açığa çıkan bölgeler, yani bağımsız yapılar söz konusudur. Bu yapılar, Kelimeler ve Şeyler’deki “episteme”lerdir. Süreksizlik analizinin bir sonucu olarak doğan bu episteme alanlarını belirlemesiyle Foucault, pozitiflik sistemlerinin XVIII. ile XIX. yüzyılların dönemecinde derin bir şekilde kırıldığını tespit eder. Bunun nedeni, ilerlemeci düşüncedeki gibi aklın belirli bir şekilde gelişmiş olması değil, şeylerin varoluş tarzlarının üzerinde yer aldığı bilgi zemininin değişmesidir.

Foucault Yapısalcı mıdır?

Foucault araştırmacılarının bazıları burada adı geçen kitapları dolayısıyla filozofu yapısalcılığın önemli temsilcilerinden biri sayarken, bir kısmı da tüm eserlerini göz önünde bulundurarak onu yapısalcılıkla ilişkilendirmeyi kabul etmez. Foucault’nun yapısalcığa dâhil edilmemesi gerektiğini düşünenler, özellikle onun kendisi için söylediği “hiçbir zaman yapısalcı olmadım” gibi ifadelere yaslanarak seslerini yükseltir. Peki, yapısalcı olmadığını ısrarla ifade etmesine rağmen (Foucault sadece budalaların ve safların kendisini yapısalcı olmakla itham edeceğini söyler), onun yapısalcı olarak değerlendirilmesinin sebebi nedir? Foucault yapısalcılığı, “analiz kipliği” olarak görür ve onu soruşturma konusu ettiği fenomenin değişimini incelerken kullanır. Örneğin, bu değişimlerin incelenmesi sırasında yararlanılan “süreksizlik” ve “episteme” gibi temalar, yapısalcı yöntemin artsüremli olguları eşsüremli analiz etmesi ile şekillenen yaklaşımının Foucault’da da devam ettirilmesi olarak görüldüğünden onun bu akıma dâhil edilmesinin yolunu açar.

Foucault’nun hangi kavramsal belirlemenin altına yerleştirildiği tartışıladursun, onun, kendisini böylesi bir kimliklendirmeden uzak tutmaya çalıştığı kesindir. Çünkü o, belirli bir “kimliğin” gölgesinde yaşamayı iktidarın şemsiyesi altında yürümek olarak görür.