Nasıl yapmalı belki bilmiyoruz, ama en azından ne yapılmaması gerektiğini biliyoruz: Umutsuzluğa, çaresizliğe yer yok. Kuşkusuz ki hazır bir reçete yok elimizde, kimselerde de yok. Hiç de olmayacak. Tam da bundandır, herkesin kendince reçeteler sunması. El yordamıyla yol alıyoruz. Hazır formüller yok belki ama bir artımız var; elimizde sağlam tarihsel, diyalektik, Marksist referanslarımız var. Onlar iyi birer yol göstericidirler.

Ne yapmalı? Durmadan, yılmadan, usanmadan mücadeleye devam etmeli. Yan yana gelmeli, en geniş halk birliktelikleri örülmeli. Bir iken iki olmalıyız. İkiysek dört olunmalı. Dünyada bunun örnekleri mevcut: Şili, Kolombiya, Bolivya, Nepal... Bir tek bizim coğrafyada değil; dünyanın her yerinde benzer sorunlar, sıkıntılar, dertler söz konusu. 

Moral bozmak yok. Direncimiz düşmemeli. Sri Lanka’da, Kazakistan’da, Sudan’da, Nepal’de, Peru’da ve daha nice ülkede gitmez denilen muktedirler, kudretli otoriter-totaliter liderler arkalarına bakmadan kaçtılar. 

Olağan bir seçim olmayacaktı. Farkındaydık. Bir seçim olacaktı. Evet, görünürde sandıklar kurulacaktı. Ama bu olağanüstü koşullarda gidilen, eşit bir yarışın olmadığı “hileli bir seçim” olacaktı. Bunu ilk günden beri biliyorduk. İnce ince kurgulanmış, sandık başkanından ulusal haber ajansına ve YSK’sine kadar bütün düzeneklerin örüldüğü seçimi öngörüyorduk hepimiz.

SORUMLULUĞUMUZ VAR

Pazar günü gazetemiz BirGün “Saraylar saltanatlar çöker, yıkılır bir gün” manşetiyle çıktı. Şöyle demiştik: Firavunlar, çarlar, sultanlar yüzyıllar boyunca halklara zulmetti. Dominik’ten Şili’ye, Filipinler’den Mısır’a, İtalya’dan Portekiz’e, İspanya’dan Almanya’ya siyasi tarih kendilerini yenilmez gören nice liderler, yıkılmaz sanan nice rejimler gördü. Ancak halkların mücadelesi tüm bu “yıkılmaz” sanılan zorbaları, otoriter yönetimleri tarihin çöplüğüne gönderdi. Bundan sonra da göndermeye devam edecektir.

Hayri Kozanoğlu hoca dün köşesinde belirtmişti: “Devrimcilik kolay teslim olmamayı, havlu atmamayı, halka küsmemeyi, topluma arkasını dönmemeyi gerektirir. Sizi verili koşulları objektif bir biçimde değerlendirip, mücadeleye kaldığı yerden devam etmeye çağırır. Bugün kendi iç dünyamızda ne denli keskin sarsıntılar yaşıyor da olsak…” sorumluluklarımız var. Küsme, darılma, yılma lüksümüz yok. 

MÜCADELEYE DEVAM

Geçen haftalarda bu köşede aktarmıştım. Latin Amerika’daki solcu liderler kuşağının simge isimlerinden Lopez Obrador, bundan beş yıl önce, Temmuz 2018’de neredeyse yüz yıldır ülkeye hükmeden sağ zihniyetin iktidarını alt ederek ve sağcı rakibine büyük fark atarak Meksika’nın başına geçti. Meksika gibi bir ülkede sosyal demokrat-merkez sol bir ismin bu zaferi elde etmesi kolay değildi. Obrador’un zaferi, son 89 yılın 77’sinde Meksika’yı yöneten Kurumsal Devrimci Parti (PRI) ve 2000 ve 2006’da iktidarı alan muhafazakâr rakibi PAN’a sert bir tokat olmuştu. Obrador bu başarıyı Ulusal Yenilenme Hareketi-Morena olarak bilinen nispeten yeni siyasi blokla elde etmişti. Öncesinde iki kez yarışa girmiş ve her iki durumda da özellikle ikincisi hile yoluyla olmak üzere kaybetmişti. Ancak buna rağmen pes etmedi. Bugün kült bir lidere dönüşmek üzere. 

Frederich Engels, Heinz Starkerburg’a yazdığı 25 Ocak 1894 tarihli mektupta şöyle der: İnsanlar tarihlerini kendileri yaparlar ama tarihi bugüne kadar bütünü kapsayan bir plana göre ve ortak bir irade yapmamışlardır. Koşullar liderleri kahramanları yaratıyor; Sezar olmasa, Napolyon olmasa bir başkası illa ki çıkardı. Bunların yerine bir başkasının çıkacağı besbellidir. Çünkü her gerekli olduğu an, birilerinin bulunduğunu biliyoruz. Bu tarihsel diyalektiktir. (Sosyalist Düşüncenin Gelişmesi.)

Özetle hiçbir şey için geç değil, hiçbir şey imkânsız değil. Devrimci irade ve inatla mücadeleye, kavgaya devam.