Google Play Store
App Store

Bombalı kanlı baskınlar, banka soygunları, sağ ile sol arasında silahlı çatışmalar, adam kaçırılmalar

Bombalı kanlı baskınlar, banka soygunları, sağ ile sol arasında silahlı çatışmalar, adam kaçırılmalar... 12 Eylül öncesi, hangi ayın dökümüne baksanız, en azından 30 ölü, 24 yaralı... Anarşi dorukta, neredeyse bir iç savaşın eşiğindeydi. Silahların ölüm kusması

11 Eylül akşamına kadar sürüp gitti. İşte 1980, vatandaşın gecenin belli bir saatinden sonra sokağa çıkmaktan korktuğu bir yıldı. Ve ancak, Türk ordusunun 12 Eylül sabahı yönetime el koymasıyla vatandaş huzura kavuştu."

İmlası korunarak aktarılan yukarıdaki satırlar, Türkiye'nin çok az sayıdaki sinema tarihçilerinden Agah Özgüç'ün 'Türk Filmleri Sözlüğü/i98o-i983' isimli kitabının başında yer alıyor. Şimdi, bu ifadenin yol açtığı -açması gereken- birkaç tartışma başlığı var. Birincisi, doğrudan sinematografik üretimle ilgili... Özgüç'ün yukarıdaki cümlelerden tam 5 sayfa sonra verdiği ve 1970-1980 arası on yıllık zaman diliminde üretilen filmleri kapsayan bir soruşturmanın sonucuna göre, Türkiye sinemasının en iyi on filmi şu şekilde sıralanıyor: 1) Umut, 2) Sürü, 3) Arkadaş, 4) Otobüs, 5) Gelin, 6) Maden, 7) Selvi Boylum Al Yazmalım, 8) Endişe, 9) Yusuf ile Kenan, 10) Fıratın Cinleri. Benzer bir soruşturmayı bugün ve sadece on yıl üzerinden değil tüm sinema tarihi üzerinden yapacak olsanız, en fazla birkaç değişiklik dışında -Yol ve Muhsin Bey gibi bazı filmler eklenebilir örneğin- listenin çoğunlukla aynı kaldığını görürsünüz. Yani Türkiye sinemasının en iyi on filminin önemli bir çoğunluğu, nasıl oluyorsa tam da vatandaşın 'huzura kavuşmak için hasretle orduyu beklediği' söz konusu dönemde üretilmiştir. Ve yine nasıl oluyorsa, ordu vatandaşı huzura kavuşturduktan sonra tüm sanat alanlarında yaşanan 'huzur' operasyonlarından nasibini fazlasıyla alan sinema, hem biçim hem de içerik bağlamında etkisini hâlâ sürdüren inanılmaz bir çöküş sürecine girmiştir. Ordunun 'huzur'un dozunu birazcık fazla kaçırmasından dolayı anlatacak hiçbir şeyi kalmayan bir ülkenin sinema üzerinden panoraması böyle işte...

İkincisi, doğrudan tarih yazımı ve bununla bağlantılı olarak tarih bilinciyle ilgili... Özellikle sinema eğitiminde en sık karşılaştığımız problemlerden biri, Türkiye sineması üzerine sağlam tarihsel kaynaklar bulma konusunda ortaya çıkıyor. Hele, mesela Melies filmlerinden örnekler izlerken 'Aaa, sinema eskiden sessiz miymiş?' şeklinde hayret çığlıkları atan sinema öğrencileriyle çalışıyorsanız bu boşluk kendini daha yoğun hissettiriyor. Şimdi, özellikle son zamanlarda fazlasıyla şikayetçi olduğumuz "12 Eylül'ü bilmeyen gençlerin Türkiye sinema tarihi üzerine çalışma yapmaları gerektiğinde kaçınılmaz olarak başvuracakları bir kitapta yukarıdaki satırlarla karşılaşmalarının yaratacağı tarihsel bilgi ve beraberinde bilinç sorununu nasıl değerlendirmeliyiz?

Tam da bu ikinciyle bağlantılı olarak üçüncüsü, '70'lerde toplam 24 sayı yayımlanmış ve sinema üzerine çalışmalarda hâlâ önemli bir kaynak olarak kullandığımız Yedinci Sanat dergisinin Eylül 1974 sayısında yayımlanan aşağıdaki karikatürün bugünle bağlantısında 12 Eylül'ün nasıl bir köprü vazifesi gör-düğüyle ilgili... 'Yığınlaşmış insanların üzerinde yükselip kamerasını bir kuşu görüntülemek için kullanan sinemacı' karikatürünü Sinan Çetin isimli genç bir sinema sevdalısı yapmış. Sinan Çetin şimdi nerededir acaba,

12 Eylül onun hayatını nasıl etkilemiştir, sinemayla ilişkilerini nasıl ve ne yönde dönüştürmüştür?

Cevaplar ölümlü sorularsa ölümsüz olduğuna göre, Türkiye sineması tarihinin Agah Özgüç'e bırakılmayarak ve 'Sinan Çetinler'in tarihleriyle koşut biçimde yeniden yazılması gerekiyor.