Tarihin hızlanması
Zaman taşrada, sanki takvimden koparılan yapraklar gibidir. Saatler, günler, haftalar birbirine benzer, aylar geçmez, yıllar bitmez. Zamanın varlığını ancak yaşanan belirli olaylar tayin eder. Olaylar zamanın ayak izleridir, hayatın devam ettiğini olaylarla anlarız.
Bu yüzden çok sayıda insan ne zaman doğduğunu bilmez. Eski kuşaklar –hep ve nedense- harman zamanında, çığ düştüğünde, kurban bayramında, küçük amcan asker olduğunda der, olaylarla tasvir ederler. İşte bu yüzden hele -kırda yaşayan- çok sayıda topluluk, miladi takvimi değil, ay takvimini kullanmıştır.
Bütün bir dünya epey uzun zaman adeta ay takvimini kullandı. En uçta Amerika’nın olduğu Batı, dünyaya kendi dilini, kültürünü, sinemasını, sporunu, müziğini sunmuştu. Amerika’ya ve Avrupa’ya ait her şey dünyanın her köşesine anında ulaşıyor, benimseniyor, yereldekiler onu sahipleniyor, özeniyor, taklit ediyor, ülkelerinden türlü nedenlerle kaçan -az sayıdaki- garibanlar batıya ulaşmaya çalışıyordu. Çeyrek yüzyılı aşan bir süredir şu kocaman dünyanın Batı’dan başka hiç bir köşesi yokmuş gibiydi. Tarih sanki bitmişti ve buna bir isim de verilmişti: Küreselleşme.
∗∗∗
Batıdakiler obezlikten Doğudakiler açlıktan, ilkler yazın dünyada gezecek son yeri aramaktan ikinciler ülkelerinden nasıl çıkacaklarını arayadururken, bu düzen bir on yıl içinde ve birdenbire ağır bir darbe yedi (aslında laf aramızda hiçbir şey birden olmadı). Batı’nın şirketleri, tekelleri, tröstlerinin vahşi yağmasına ancak bir on veya yirmi yıl sabreden şu yaşlı dünya, ormanları ve kıyılarıyla, işçileri ve köylüleriyle, ağaçları ve kuşlarıyla birden kustu.
G-8 zirvelerinin protestolarla başlayan, Arap Baharı ile süren, “tarihsiz”, “Batı-dışı dünya”nın ayağa kalkışı, NATO hegemonyasına isyan eden Ruslar’ın 2022’de Ukrayna’yı işgali, Hamas’ın bir yıl sonra İsrail’e saldırmasıyla birden en üst seviyeye çıktı. Bu ayağa kalkışa BRICS gibi ekonomik gruplaşmalar, dünyanın güneyinde ve doğusunda Batı’ya karşı her hafta gerçekleşen askeri tatbikatlar ve ittifaklar eklendi. Sanki küreselleşmenin son çanları çalıyordu. Tarih hızlanmıştı.
Her iki taraftan yüz binlerce gencin öldüğü, dron altında -ve ölüme bir nefes kala “o an”- söyledikleri hiçbir sözcüğün duyulmadığı Rusya-Ukrayna cephelerinde olan bitenler -tarafların hangi silahlarla birbirine saldırdığı dışında hiçbir şeyin merak edilmediği- bir video oyununa döndü. Tarih daha da hızlanmıştı.
Geleneksel yaptırımlara, ambargolara, yasaklara rağmen Ukrayna’da Rusların yenilmeyeceği anlaşılınca, Batı’daki iflas daha gözler görülür bir hâl aldı. Rus sporcuları, akademisyenleri, öğrencileri Rusya’ya postalayan Batı, Puşkin heykellerini de çöpe atmıştı. Rus düşmanlığının –belki de- zirvesi olan bu tür bir milliyetçilik görülmemişti. Dünya, adeta ışık hızıyla eski çağlara gitmişti. Ve hiç kuşkusuz bu da bir hızlanma türüydü.
Sonra Batı’da ve Doğu’da, Avrupa’da ve Ortadoğu’da çelişkilerin patlama noktasına geldiğini kanıtlayan başka olaylar oldu. Trump ikinci defa başkan oldu, Alman hükümeti derhal istifa etti, Fransa’da başkan çekilmeyi reddetti, ama yetki verdiği adam hükümeti kuramadı.
∗∗∗
Sonra dünyanın yorgun gözleri önünde –Trump’ın -bulmacayı andıran- bir işaretiyle- işgal ve teröre karşı tam on üç yıl yiğitçe direnmiş bir ülke, üç yüz cihatçıya on üç gün direnemedi. Pikap içinde makineli tüfeklerle şehirleri fetheden grubun başındaki sakallı adam geçmişte kafa kesmiş, bomba atmış ve hep Amerikalılara hizmet etmişti –Bir gün ona, takım elbise giyip, kravat takıp, devlet başkanı olacağını söyleselerdi, muhtemelen çok gülerdi-. Tek kurşun atmadan yıkılan ülkenin sabık lideri ise –sessizce ve bir gece yarısı- Rusya’ya iltica etti.
Küreselleşme ile -bir taşra gibi- hiçbir şeyin yaşanmadığı iki on yıldan sonra, haftalar içinde ancak on yıllar içinde görülebilecek şeyler, dünyada birkaç haftada oldu (Laf aramızda Suriye’de olanlar, aslında öyle bir anda olmadı, dipte yavaş ve temkinli bir aşınma on yılı aşkındır sürüyordu). Tarih çok fena hızlanmıştı.
Tarihin bu tür bir hızlanması –herhalde- ancak 1917 yılının Ekim günlerinde görülmüştür. Bloklaşmalar ve parçalanmalar içinde Batı’da ve Doğu’da yaşanan bu hızlanma, dünyanın -zamanın miskince aktığı- o eski taşra olmadığını, değişmeye gebe olduğunu, –kim bilir belki de- yeni ekimleri haber vermektedir.