Tarihin misillemesi
Bay Tadek –o bu adı Polonya’da, Varşova’da şiirler yazdığı, 1939’da üniversite öğrenciliği sırasında aldı- kendisinin bizzat yaşadığı, kaleme aldığı, değiştirdiği, uydurduğu, eklediği, eksilttiği kısa hikâyeler yazmayı, henüz on dokuzunda bir kampta öğrendi, delirmemek için orada, hikâye yazmayı keşfetmişti. Daha sonra o, şair ve hikâyeci Tadeusz Borowski olarak dünya edebiyatında kendine has bir yer edinecekti. Sevgilisi Maria’ya veda ettikten kısa bir süre sonra onu da bir hapishaneye, sonra da ülkenin merkezinde ünlü bir kampa gönderdiler. Amerikan askerleri kampı tahliye etmeye geldiğinde, etrafta daima ağlayanlar, sevinçle türkü söyleyenler vardı, sonra bu defa onu bir Amerikan kampına kapattılar. Kamp hayatı başlamadan evvel, Wawer’de bir semtte akşam Gestapo’nun biri kavgada bıçaklandı. Bunun üzerine SS’ler intikam almak için gelişigüzel evlerden topladıkları 200 kişiyi boş bir arsada kurşuna dizdiler. Bıçaklanan Gestapoyu, sarhoş dalaşı sırasında arkadaşlarının bıçakladığı daha sonra anlaşıldı. İki binin, yirmi dördünde –geçen hafta- Alman cumhurbaşkanı Steinmeier Girit adasını ziyaret etti. SS’ler -Tadek’in acı hikâyeler yazdığı o günlerde bu adada bir Rum köyünü de işgal etmişlerdi. Bu köy Nazi birliklerince yerle bir edilmişti. Steinmeier, bir Alman cumhurbaşkanının gelip burada konuşmasının zorluğundan bahsettikten sonra köylülerden af diledi. Onu karşılayanlar içinde, yas işareti olarak siyah giyinmiş 97 yaşındaki Despina Fiotaki de vardı. O, Kandanos Köyü’nü ziyaret eden ilk Alman devlet başkanı idi.
Kandanos, 3 Haziran 1941’de 25 Alman paraşütçü ve askerinin ölümü nedeniyle Yunan direnişine bir misilleme olarak yerle bir edilmişti. Kandanos, adadaki 120 şehit köyü arasında yer alıyor. Alman işgalciler, partizanların işgalci askerlere yönelik her saldırısına köylülere yönelik misilleme katliamları ile cevap veriyorlardı.
Steinmeier, ada halkının slogan ve protestoları arasında tazminatlar konusunda da konuştu. Yunanistan II. Dünya Savaşı’ndaki kayıpları için üç yüz milyar avrodan fazla para istiyordu. Steinmeier Berlin uzlaşmasıyla bu sorunun çözülmüş olduğunu söylemekle yetindi. İsrail, bir yılı aşkın bir süredir Filistin’i yerle bir ediyor, ölü sayısının 50 bine, yaralı ve sakatların bir milyona yaklaştığı rapor ediliyor. Kentler, ilkokullar, hastaneler, gazete büroları, Birleşmiş Milletler binaları, akla gelen her yer vuruluyor, günde ortalama yüz insan öldürülüyor. İsrail’in birkaç aydır saldırdığı Lübnan’da ölü sayısı 3 bini, yaralılar on binleri geçti. Ülkenin doğusundan göç, Lübnan kentlerine dağılış sürüyor. Bu soykırım operasyonunda İsrail’in en büyük destekçisi Almanya. ABD’den sonra İsrail’in en büyük silah tedarikçisi onlar. Tadek’in binlerce arkadaşını gaz odalarına gönderdikleri o günlerden sonra –güya- tarihle yüzleşen Almanlar, bir yandan Yunanistan’dan af diliyor, öte taraftan Gazze ve Lübnan’da yeni ağır suçların işlenmesine katkı sağlıyor. “İsrail’e stratejik destek” çünkü, Alman dış politikasının temel ilkesi.
Şu sıralar kâh Rusya, kâh Brics, kâh Çin, kâh Kuzey Kore’nin çıkışları temelinde, yaşlı Batı’nın artık son nefesinde olduğu yazılıyor. Seçimlerde oy kullanılmadığı, partilerin hepsinin sağcılaştığı, barışçıl diye bilinen Yeşiller’in en savaşçı kesildiği, işsizlik, eşitsizlik, yabancı düşmanlığı ile sallantıda olan Amerika ve Avrupa’nın baş aşağı gittiği konusunda –neredeyse- herkes hemfikir. Batı’nın en az beş yüzyıllık hegemonyasının bittiği, eski kibrin yerini yepyeni utancın aldığı günlerden geçiyoruz. Tadek’in hepsi gerçek yaşanmış hikâyelerinin ışığında Batı, bir kere daha -Ukrayna ve Gazze’de sınanıyor. Borowski’nin büyülü sözcükleri mi, yoksa Steinmeier’in gözü yaşlı özrü mü dünyaya samimi gelir? Şairlerin, sanatkârların, romancıların büyük ülkesi Almanya mı gerçek, Leopard tankları önünde fren testi yapan Almanlar mühendisler mi hakikidir? Tarih bir kere daha ve alenen –hepimize– misillemede bulunuyor.