Tarımsal örgütlerin yüzde 99’u destekten mahrûm
Üretimin her kolu gibi tarımda da örgütlenme üreticilerin insanca yaşam şartlarına kavuşması için kritik. Son yıllarda çıkan yönetmelikler de doğrudan bu alanı hedef alıyor; belirli yapıları öne çıkararak üreticinin kendi iradesiyle örgütlenme hakkını sınırlıyor. Kamu otoritesi, yönetmelikler aracılığıyla tarımsal örgütlenmenin sınırlarını sermaye lehine çizerken, üreticileri de bu doğrultuda şekillenmeye zorluyor.
Geçtiğimiz hafta Tarım ve Orman Bakanlığı’nın ilk sonuçlarını duyurduğu “Tarımsal Amaçlı Örgütlerin Derecelendirilmesine İlişkin Yönetmelik” bu anlamda önemli. Bakanlığın derecelendirme başvuru duyurusuna Türkiye’deki 11 bin tarımsal örgütten yalnızca 249’u başvuru yapmış. Bunlardan, 51’i Islah Amaçlı Birlik, 20’si Üretici Birliği ve 34’ü Kooperatif olmak üzere sadece 105’i “1. derece tarımsal örgüt” statüsü alabilmiş. Bu da, Türkiye’deki toplam tarımsal örgütlerin binde birinden daha azının sisteme dahil edilebildiğini gösteriyor.
∗∗∗
Peki bu derecelendirme ne anlama geliyor derseniz, Bakanlık “1. Derece tarımsal örgütler”in devlet desteklerinde öncelikli olacağını, kredi ve projelere daha kolay erişeceğini belirtiyor. 2025 Uluslararası Kooperatifler Yılı Açılış Töreni’nde yaptığı konuşmada Bakan Yumaklı da finansal ve kurumsal yapıları “sağlam” olan kooperatiflere “ilave, ekstra destekler vereceğiz” diyerek açıklıyor.
Öyle bir sistem ki tarımsal örgütlerin yüzde 99’unu destek mekanizmalarının dışına itiyor.
Binlerce örgüt böylece eşitsiz koşullara mahkum ediliyor. Bakanlık onları unutmamış. Çözüm olarak küçük ölçekli kooperatifleri “birinci derece kooperatifler”in altında birleşmeye çağırıyor… Bu süreç akla ‘makul muhalefet’ kavramını getiriyor. Devlet, destekleri belirlediği kıstaslara göre dağıtarak üreticileri belirli bir modele uygun örgütlenmeye zorluyor; bağımsız örgütlenme girişimleri giderek marjinalleştiriliyor.
Aslında sadece desteklerin değil “Tarımsal amaçlı örgüt” kavramının kendisinin giderek daraltılarak piyasa için “makul” olana doğru sıkıştırıldığı bir süreçle karşı karşıyayız. Üreticinin kendi örgütlenme iradesi yalnızca bu yönetmelikle değil, sistemli bir şekilde kısıtlanıyor. Bunun en kritik adımlarından biri Sözleşmeli Üretim Yönetmeliği’ydi. Burada da yalnızca devletin tanımladığı örgütler sözleşmelere taraf olabiliyordu. Bağımsız üretici örgütleri devre dışı bırakıldı ve şimdi benzer bir süreç derecelendirme mekanizması ile sürdürülüyor.
∗∗∗
Finansal kapasite, üye sayısı ve pazarlama gücü gibi kriterlerle devlet desteği alan yapılar, büyük şirketlerle daha entegre olmuş ve piyasa koşullarına daha uygun örgütlerdir. Küçük üreticiler için dayanışma temelinde kurulan kooperatifler, büyük ölçekli ve piyasa odaklı örgütler karşısında bile isteye zayıflatılıyor. Kooperatifçiliğin esası olan kolektif dayanışma ve üreticinin söz hakkı ise hepten rafa kalkıyor.
Halbuki tarımda örgütlenme özgürlüğü söz konusu olduğunda kooperatiflerin gerçekten üreticiyi koruyacak yapılar mı olacağı yoksa üreticinin iradesini sınırlandıran bürokratik araçlar mı haline geleceği sorusu elzem. Bakanlığın yanıtı ortada; tarımsal üretimde kooperatiflerin ve üretici birliklerinin güçlendirilmesi söylemi altında, aslında belirli bir yapı lehine merkeziyetçi bir sistem kuruluyor. Bu, küçük ve bağımsız üretici örgütleri için destek alamadığından ya faaliyetlerini durdurma ya da daha büyük yapılarla birleşmeye zorlanma anlamı taşıyor.
Tarımsal üretim giderek artan şekilde sermaye ile daha iç içe geçmiş örgütler tarafından yönetilir hale geliyor. Üretenler kendileri adına yapılan sözleşmelerinin tarafı da olamıyor, yeterli devlet desteğine de ulaşamıyor. Gerçekten üreticiyi destekleyen bir sistem, üreticilerin kendi ihtiyaçlarına göre örgütlenmesini sağlamalı. Öte yandan, tarımsal üretimin büyük sermayeli, anti-demokratik az sayıda örgütün kontrolüne geçmesine bugünkü gıda enflasyonu vb sorunları daha da derinleştirmekten başka bir sonuç doğurmayacaktır.