Tecavüz ve işgücü
Türkiye'nin genç nüfusu en son Taksim'de görüldü. Yılbaşı kutlamalarında, aralarına aldıkları turist kıza toplu bir tecavüz provası yaptılar.
Türkiye'nin genç nüfusu en son Taksim'de görüldü. Yılbaşı kutlamalarında, aralarına aldıkları turist kıza toplu bir tecavüz provası yaptılar.
Ben izlemedim, lakin hadiseyi televizyondan görenler irkilmişti. Söylendiğine göre, tecavüzcü adayları "Burası Türkiye!" diye bağırmışlar. Psikopat seri katilin, cinayet mahallinde gizemli bir işaret bırakması gibi... Bu kez 'eylem' kamu önünde cereyan ettiğinden olsa gerek, bir imadan ziyade, aleni bir sahiplenme yoluna gidilmiş: "Burası Türkiye! Biz de Türkiye'nin genç nüfusuyuz."
Televizyonların ve basının tepkisi tam beklendiği gibi oldu. "Nasıl olur" diye soruyorlardı, "Nasıl olur, tam da Avrupa Birliği'ne gireceğimiz sırada... Bize barbar diyecekler... Turizmimiz de kötü etkilenecek."
Hatta televizyon kanallarından biri, mağdureyi ekrana çıkarmış. "Türk milleti adına sizden çok özür dileriz. Biz aslında öyle insanlar değiliz. Sakın Türkiye'ye gelmemezlik etmeyin..." gibi şeyler söylemiş, sunucu hanım, utangaç bir çaresizlikle...
'Münferit' demeye getirmişler. Allah aşkına bu ülke bir münferitler toplamı mı?
HEM KADIN HEM AVRUPALI
Taksim'de yaşanan vahşetin, bir kadına yönelmesi, günlük gazetelere demeç veren psikologların da kısmen belirttiği gibi, cinselliği bastırılmış yoksun bir kitlenin, bir 'yıkıcılık' anında, toplumsal ahlakın sınırlarına saldırması... Kendisinin mahrum edildiği bir mahremiyet alanına tecavüz, diye okunabilir.
Ama dahası var: Saldırıya uğrayanın Avrupalı (yabancı) olması, onun daha savunmasız olma ihtimalinden fazla bir şey ifade ediyor. Bir temsiliyete karşı birikmiş öfkenin dışavurumu gibi... Nitekim tecavüz provasının ardından atılan "Burası Türkiye" sloganı, erkeklik halinin ilkel ve ezik bir milliyetçilikle içiçe geçtiğini gösteriyor.
Mesafenin, sosyal ve ekonomik farklılığın, kısa bir süre için bile olsa ortadan kalktığı, meydandaki herkesin eşitmiş gibi görüldüğü kitlesel bir yılbaşı kutlaması, birikmiş hesapların kapatıldığı bir yıkıcılık ayinine dönüşüyor.
TECAVÜZÜN EKONOMİSİ
Ekonomist Mustafa Sönmez, geçtiğimiz günlerde bir araştırma yayınladı: Türkiye'nin suç haritası. Rakamlar, İstanbul'un tam bir suç cennetine dönüştüğünü gösteriyor.
2003 verilerine göre, ülke nüfusunun yüzde 15'ini barındıran İstanbul, öldürme, yaralama, gasp, hırsızlık, adam kaçırma olaylarında yüzde 30'lara varan bir paya sahip.
İstanbul'u, son 10-15 yılda en fazla göç alan iki kent izliyor: Antalya ve Mersin.
Ortada bir muamma yok. Her şey gayet sarih. Sönmez'in hatırlattığı iki rakam durumu açıklamaya yetiyor. İstanbul'da işsizlik oranı yüzde 20'ye ulaşmış durumda (yani her beş kişiden biri işsiz); ayrıca üç milyon insan günde 1 doların altında bir gelirle yaşıyor.
Hayattan bütünüyle dışlanmış, içindeki öfke ve nefreti her Allahın günü biraz daha büyüten bir kitleyle karşı karşıya olduğumuz anlaşılıyor. Hal böyle iken, sorulması gereken soru "nasıl olur" değil, korkarım şu: Niye daha sık olmuyor?
Ama, daha sık olacağına dair işaretler artıyor. Tıpkı güvensizlik ve korkunun arttığı gibi... İstanbul'da artık hiç bir semt yalıtılmış değil. 'Kara' bir kalabalık yavaş yavaş her yere sızıyor. Büyük iş merkezlerindeki residence'ların, özel güvenlikli, yüksek duvarlı, girişleri bariyerli sitelerin çevresi kuşatılıyor.
Yıllardır hep okuruz ya, "gelir dağılımındaki uçurum büyüyor" diye... Aslında büyüyen uçurum değil, uçurumun dibinde sayıları her gün biraz daha artan o 'kara' kalabalık. Türkiye'nin genç nüfusu... Hani şu yaşlanan Avrupa'nın 5-10 yıl sonra ihtiyaç duyacağı söylenen 'işgücü'. Şimdiden hizmet vermeye başladı bile Avrupalı'ya... Kendi meşrebince...
Ben izlemedim, lakin hadiseyi televizyondan görenler irkilmişti. Söylendiğine göre, tecavüzcü adayları "Burası Türkiye!" diye bağırmışlar. Psikopat seri katilin, cinayet mahallinde gizemli bir işaret bırakması gibi... Bu kez 'eylem' kamu önünde cereyan ettiğinden olsa gerek, bir imadan ziyade, aleni bir sahiplenme yoluna gidilmiş: "Burası Türkiye! Biz de Türkiye'nin genç nüfusuyuz."
Televizyonların ve basının tepkisi tam beklendiği gibi oldu. "Nasıl olur" diye soruyorlardı, "Nasıl olur, tam da Avrupa Birliği'ne gireceğimiz sırada... Bize barbar diyecekler... Turizmimiz de kötü etkilenecek."
Hatta televizyon kanallarından biri, mağdureyi ekrana çıkarmış. "Türk milleti adına sizden çok özür dileriz. Biz aslında öyle insanlar değiliz. Sakın Türkiye'ye gelmemezlik etmeyin..." gibi şeyler söylemiş, sunucu hanım, utangaç bir çaresizlikle...
'Münferit' demeye getirmişler. Allah aşkına bu ülke bir münferitler toplamı mı?
HEM KADIN HEM AVRUPALI
Taksim'de yaşanan vahşetin, bir kadına yönelmesi, günlük gazetelere demeç veren psikologların da kısmen belirttiği gibi, cinselliği bastırılmış yoksun bir kitlenin, bir 'yıkıcılık' anında, toplumsal ahlakın sınırlarına saldırması... Kendisinin mahrum edildiği bir mahremiyet alanına tecavüz, diye okunabilir.
Ama dahası var: Saldırıya uğrayanın Avrupalı (yabancı) olması, onun daha savunmasız olma ihtimalinden fazla bir şey ifade ediyor. Bir temsiliyete karşı birikmiş öfkenin dışavurumu gibi... Nitekim tecavüz provasının ardından atılan "Burası Türkiye" sloganı, erkeklik halinin ilkel ve ezik bir milliyetçilikle içiçe geçtiğini gösteriyor.
Mesafenin, sosyal ve ekonomik farklılığın, kısa bir süre için bile olsa ortadan kalktığı, meydandaki herkesin eşitmiş gibi görüldüğü kitlesel bir yılbaşı kutlaması, birikmiş hesapların kapatıldığı bir yıkıcılık ayinine dönüşüyor.
TECAVÜZÜN EKONOMİSİ
Ekonomist Mustafa Sönmez, geçtiğimiz günlerde bir araştırma yayınladı: Türkiye'nin suç haritası. Rakamlar, İstanbul'un tam bir suç cennetine dönüştüğünü gösteriyor.
2003 verilerine göre, ülke nüfusunun yüzde 15'ini barındıran İstanbul, öldürme, yaralama, gasp, hırsızlık, adam kaçırma olaylarında yüzde 30'lara varan bir paya sahip.
İstanbul'u, son 10-15 yılda en fazla göç alan iki kent izliyor: Antalya ve Mersin.
Ortada bir muamma yok. Her şey gayet sarih. Sönmez'in hatırlattığı iki rakam durumu açıklamaya yetiyor. İstanbul'da işsizlik oranı yüzde 20'ye ulaşmış durumda (yani her beş kişiden biri işsiz); ayrıca üç milyon insan günde 1 doların altında bir gelirle yaşıyor.
Hayattan bütünüyle dışlanmış, içindeki öfke ve nefreti her Allahın günü biraz daha büyüten bir kitleyle karşı karşıya olduğumuz anlaşılıyor. Hal böyle iken, sorulması gereken soru "nasıl olur" değil, korkarım şu: Niye daha sık olmuyor?
Ama, daha sık olacağına dair işaretler artıyor. Tıpkı güvensizlik ve korkunun arttığı gibi... İstanbul'da artık hiç bir semt yalıtılmış değil. 'Kara' bir kalabalık yavaş yavaş her yere sızıyor. Büyük iş merkezlerindeki residence'ların, özel güvenlikli, yüksek duvarlı, girişleri bariyerli sitelerin çevresi kuşatılıyor.
Yıllardır hep okuruz ya, "gelir dağılımındaki uçurum büyüyor" diye... Aslında büyüyen uçurum değil, uçurumun dibinde sayıları her gün biraz daha artan o 'kara' kalabalık. Türkiye'nin genç nüfusu... Hani şu yaşlanan Avrupa'nın 5-10 yıl sonra ihtiyaç duyacağı söylenen 'işgücü'. Şimdiden hizmet vermeye başladı bile Avrupalı'ya... Kendi meşrebince...