Türkiye’de pek çok insan Kutlu Adalı ismini ilk kez Sedat Peker’den duydu. Gazeteci Adalı, 1996 yılında KKTC’de öldürülmüş ve katilleri bulun(a)mamıştı. Peker, Adalı’yı öldürtmek için kendisinden tetikçi isteyen kişinin eski İçişleri Bakanı Mehmet Ağar olduğunu iddia etti.

Anlattığına göre eski MİT’çi Korkut Eken de konuyla ilgili görüştüğü kişilerden biriydi. “Ağar bana dedi ki, Kıbrıs’ta bir adam var, Kıbrıs’ı Rumlar’a satmak istiyor.” Kendisini katıksız bir vatansever olarak tanımlayan Peker, tetikçi olarak kardeşi Atilla Peker’i önerdiğini ve Korkut Eken ile birlikte Kıbrıs’a gittiklerini söyledi.

Ancak yine anlattığına göre “denk gelinemediği” için cinayet daha sonra onlara bağlı başka bir ekip tarafından işlenmiş, “Hallolmuş o iş.” Adalı, 1996’da değerli tarihi eserlerin bulunduğu St. Barnabas Manastırı’nda yaşanan silahlı soygunu haberleştirmiş ve baskında Kuzey Kıbrıs’ın Sivil Savunma Teşkilatı Başkanlığı’na bağlı araçların kullanıldığını iddia etmişti. Dört ay sonra öldürüldü. İpuçlarının “Türk İntikam Tugayı” ve “Bozkurtlar” hareketini işaret ettiği söylense de etkin bir soruşturma yürütülmedi. Yıllar sonra gelen Peker’in iddiaları da sonuçsuz kaldı. İsmi geçenlerden sadece Atilla Peker’in ifadesi alındı. O da Sedat Peker’in daha sonra aktardığı şekliyle, kardeşinin üzerinde ruhsatsız silah olduğunu bizzat polise kendisinin ihbar etmesiyle mümkün olmuştu. Savcı cinayetle ilgili yine herhangi bir soru sormamış ama Atilla Peker savcılığa dilekçe vererek bildiklerini neredeyse zorla kayda geçirmişti. Korkut Eken’in Kıbrıs’ta kendisine UZİ marka silah temin ettiğini söyledi. Bu bilgi önemliydi, çünkü özellikle 1991-96 arası Türkiye’nin JİTEM’le, Susurluk’la, faili ‘meçhul’ cinayetlerle kapkara bir tünelden geçtiği yıllardı. Ve başroldeki silah hep aynıydı, UZİ! Mehmet Ağar’ın Emniyet Genel Müdürü olduğu dönemde İsrail’den alınan silahlar tutanakla Korkut Eken’e verilmiş ama ne hikmetse bir kısmı kaybolup Özel Harekât Dairesi’nde teslim edilmemişti.

***

26 Mayıs’ta, aralarında Mehmet Ağar, Korkut Eken, İbrahim Şahin ve ‘Yeşil’ kod adlı Mahmut Yıldırım’ın bulunduğu 19 kişi, 90’larda işlenen faili ‘meçhul’ cinayetlerin sanıkları olarak yargılandıkları Susurluk-JİTEM davasında, istinafın bozma kararına karşı, yeniden beraat etti. 27 yıl önce, 6 Temmuz 1996’da öldürülen Kıbrıslı gazeteci Kutlu Adalı, Peker’in anlattıklarından sonra bile iddianamede kendine yer bulamadı. TC yargısı, tabelasını kendi astığı KKTC’de işlenen ve Türkiye bağlantısı AİHM kararında da açıkça belirtilen bir cinayeti adını bile anmadan cezasızlık havuzuna atıverdi. 1958-1996 arasında Kıbrıs’ta işlenen siyasi cinayetler ne yazık ki Türkiye’de üzerinde pek durulmayan, az bilinen bir konu.

Diğerlerine göre daha yakın bir zamanda öldürülen Adalı’nın tekrar konuşulur olmasında Peker’in anlattıklarının payı var elbette. Ancak gazeteci Fazıl Önder (1958), gazeteci avukatlar Ahmet Muzaffer Gürkan-Ayhan Hikmet (1962) ve sendikacı siyasetçi Derviş Kavazoğlu (1965) cinayetleri de Türkiye’deki kontrgerilla yapılanmasının oluşumunu ve seyrini anlatan hikâyenin en önemli parçaları. Bugün kara para, uyuşturucu ve mafyanın serbest dolaştığı ada, tıpkı çöplerin atıldığı ve kimsenin başını çevirip de bakmadığı bir arka bahçeye dönüştürülmüş olsa da, unutulmaması gereken şu ki, bugün Türkiye’de karanlıkta bırakılmış her siyasi cinayet, suikast vs. hadisenin, ilk provasının yapıldığı yerdir Kıbrıs. Faili ‘meçhul’ cinayetler, Kıbrıs’tan Türkiye’ye uzanan bir zincir.

***

Hatırlayalım, Sedat Peker, Mehmet Ağar’ın Uğur Mumcu cinayetinden de sorumlu olduğunu ileri sürmüştü. Eşi Güldal Mumcu, yaşadıklarını anlattığı “İçimden Geçen Zaman” adlı kitabında karşısına çıkarılan engelleri bir duvar olarak tanımlamış ve Ağar’ın da bu duvardan bir tuğla çekilirse yıkılacağını söylediğini yazmıştı. Ağar bu konuşmayı reddetti. Siyasi tarihimizin duvarları aralarına işte böyle şaibelerin, suçlamaların, cinayetlerin sıkıştırıldığı tuğlalarla örülü. Ne diyelim şimdi buna? Ayakta mı, güçlü mü duvarınız? Devletin bekası diye diye işlenen onca suç, göz yumulan onca hukuksuzluk mudur vatan sevgisinin karşılığı? Değildir elbette. Devletteki güç ve sahiplik savaşından ibarettir hepsi.