Önce, bir anımsatma yapalım. Bugün, 12 Mart, karanlık yılların başlangıcıdır.

Dile kolay, bundan tam 52 yıl önce, 1971’de, ABD’nin tetiklemesiyle, bu ülkenin “merkez sağ iktidarı ile askeriyesi” işbirliği yaptı. “Ekonominin olanakları “ekonomik ve sosyal hakları karşılayamıyor” gerekçesiyle, hak ve özgürlükler baskı altına alınarak, şiddet kullanılarak faşizmin yolu açıldı; sonrasında 12 Eylül Darbesi geldi ve bir taraftan PKK’nın oluşması, diğer taraftan da siyasal İslâm’ın daha hızlı güçlenmesi dönemi başladı. Şurası bir gerçektir ki, bugün ülkenin içinde bulunduğu durum, 12 Mart 1971’de başlayan siyasal gelişmelerin bileşkesidir.


Bugün, toplumun, “özgürlük, eşitlik ve barış” isteyen kesimleri, ülkenin 52 yıl önce içine sürüklendiği karanlıklar tünelinden çıkmasının arayışı içindedir. Tam da bu nedenle, 14 Mayıs Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri, Türkiye’nin, o karanlık tünelden çıkma ve var olma-yok olma seçimidir.
Seçim, elbette, kimilerinin öne sürdüğü gibi “dünyanın sonu değildir”, ama bu köşede de sürekli vurgulandığı gibi, eğer kaybedilirse “Türkiye’nin sonudur”.

Türkiye, ya CIA’nın, 12 Mart’tan başlayarak yıllar boyu gösterdiği ve yakından izlediği yolda ilerleyecek ve ılımlı siyasal İslam’ın Ortadoğu ülkesi olacaktır ya da Cumhuriyet değerlerini güçlendirerek çağdaş bir ülke olma yoluna yeniden girecektir.

Bu nedenle Altılı Masa muhalefetinin kırılma boyutundaki gelgitlerle olsa da cumhurbaşkanı adayı sorununu çözmesi çok olumludur.

Unutulmaması gereken bir gerçek var: Bireysel olarak çok emeği geçenler olmakla birlikte, masanın dağılmasını, çok güçlü bir toplumsal tepki ya da ortak özelliği demokratlık olan kamuoyunun baskısı önledi. Bu gerçek hiç akıldan çıkarılmamalıdır.

BUNDAN SONRASI

Bundan sonra Masanın dağılmasını önleyen toplum kesimlerinin daha da güçlenmesi ve seçim sonuçlarını belirleyici olmasının sağlanması gerekiyor. Böylece masa, yeni bir yanlış yapmayacak; yıllardır yaşanmakta olan karanlık gidişi durdurma ve aydınlık yarınlarının kapısını aralama olanağı doğacaktır.

Önce, artık “aday” olan Kılıçdaroğlu, deyim yerindeyse “özgürleşmeli”, elbette bugüne dek altına imza attığı belgelere bağlı kalarak, sürecin “direksiyonunda olduğunu” ya da Latinceden alınarak siyaset biliminde çok kullanılan bir deyimle “primus inter pares” “eşitler içinde birinci” olduğunu kanıtlamalıdır.

Kılıçdaroğlu’nun 8 Martta “İstanbul Sözleşmesini” yürürlüğe konulacağı sözünü vermesi; SOL Parti ve TİP’ten sonra Emek ve Özgürlük İttifakı’nda yer alan HDP ile görüşecek olması çok önemli ve olumludur. HDP, seçimin kilit partisidir. Yapılması gereken ilk işlerden biri, daha doğrusu birincisi, iktidarın ve aşırı sağın suçlamalarına hiç aldırmadan HDP’nin kazanılmasıdır. Böylelikle, yalnız Kürt sorununa ülke bütünlüğü içinde çözüm sürecinin yolu açılmış olmayacak, ülkenin demokratikleşmesi de sağlam bir temele yerleşmiş olacaktır.

Genel olarak alındığında Muhalefetin işi bir yönüyle çok kolaydır. Çünkü, karşısında, hukuksuzluğa, haksızlığa, yolsuzluğa batmış, deprem enkazının altında kalmış ve gerçekten çürümüş bir iktidar vardır. Diğer yönden ülkenin içinde bulunduğu siyasi enkazı kaldırmak, depremin enkazını kaldırmaktan çok daha zordur. Çünkü, tarihsel deneylerin kanıtladığı bir kuraldır: çürümüş iktidarlar gitmemek için yerinde bir deyimle “ her yola” başvurabilir. Dahası, CB düzeni ya da “tek kişi yönetimi” denilen yapının gerçek niteliği hiç, ama hiç göz ardı edilmemelidir: İktidar, bir Siyasal İslam iktidarıdır ve diğer ülkelerin deneyimlerinde bu nitelikteki iktidarların yerlerini barış içinde seçimle gelenlere devir ettiklerinin hiçbir örneği bulunmuyor.

Ek olarak, AKP MHP iktidarının elinde birikmiş olan, bilinen ve bilinmeyen büyük güç odaklarının seçim sürecinde çok yakından izlenmesi ve onlardan kaynaklanabilecek engellemelerin ve “toplumsal korku” yaratacak gelişmelerin tam bir kararlılıkla önünün kesilmesi de büyük önem taşıyor. Daha özelde 1970’lerin ve 1990’ların terör eylemlerinin iktidar tarafından hortlatılması, Bursaspor-Amedspor maçında yaşananların yaygınlaşmasının önlenmesi bir zorunluluktur.

İktidarın “görünen” seçim yaklaşımı Cuma günü açıklandı. Başkan Erdoğan, seçimlerin çok kısa süre içinde yapılmasını ve seçim sürecinin yalnızca “deprem enkazına hapsedilmesini” istiyor. Ramazan ayı olmasının da katkısıyla 14 Mayıs’ta istediği sonucu almayı amaçlıyor. Bu “tek konulu seçim” tuzağına düşülmemelidir.

Sonuç olarak, Kılıçdaroğlu öncülüğünde birleşecek muhalefet, arkasına aldığı güçlü halk desteğini beklenen sonuca ulaştırmak gibi gerçekten tarihsel bir sorumlulukla, 12 Mart 1971 sonrasının karanlığını tamamıyla sonlandırmanın kapısını aralamak zorundadır.