Telef olan faşizm
Faşizmin ve faşistlerin en dikkat çekici karakteri, sürekli olarak kendi kendilerini komik duruma düşürmesi, aşağılaması ve yaptıklarıyla kendini “bitirmesi” ya da son günlerin moda tabiriyle kendi kendini “itlaf” etmesidir.
Dünyanın neresinde olursa olsun vazgeçemez faşistler, bu standart evrensel davranış biçiminden.
Kendilerine belletilmiş ve toplumun beynine utanmazca zerk etmeye uğraştıkça şu komik “Anti – Sosyalist, Anti – Komünist” yalanlarla avunurlar:
“Burası hür dünyadır. Komünist ülkelerden farklı olarak her şeyi yapmak, düşünmek, yazmak, çizmek, konuşmak, yaşamak, kazanmak serbesttir… Hattâ, protesto etmek bile serbesttir.”
Oysaki “Komünist âlemde öyle midir? Dikta rejimi vardır oralarda. Yurttaşın kılını kıpırdatması bile izne tabidir” değil mi?
Kendi gözündeki merteği görmez tabii.
Faşist diktatörlükler, ağzını açmaya yeltenen veya rejime muhalif en ufak bir imada bulunanları acımadan ezmeye çalışarak “enterne” etmenin, ya da hayvanlar için kullanılan şu ünlü “itlaf” etmenin derdi ve telaşı içindedir. Çünkü onlar için “muhalif insanın” da, hayvanın da, aslında hayatı temsil eden, dünyadaki tüm pozitif değerleri temsil eden herhangi bir şeyin, zerre kadar değeri yoktur.
Her görüldüğü yerde, “başı ezilmelidir.”
Alabildiğine sahtekârdır ve ikiyüzlüdür Faşizm…
Yaptığı ve yürürlükte gibi görünen yasalara göre; toplantı, miting, gösteri yürüyüşü vb. özgürlükler mevcuttur. Ama bunların zerre kadar dahi olsa kullanılmasından ödü patlar faşist diktatörlerin. Kendi Anayasasını ve yasalarını utanmazca ihlal etme pahasına bastırır her türlü muhalif hareket veya söylemi.
Bazen, kendi Anayasa Mahkemesi bile kararlar alır ara sıra “Yahu bu kadarını da yapamazsınız artık. Bak, Anayasa’da yazıyor bu özgürlüklerin ruhu…” gibilerden. Ama onları bile tanımaz.
Örneğin, ülkenin en büyük metropolünün en büyük meydanının emekçiler tarafından “1 Mayıs Meydanı” diye ilan edilmesinin ne kadar isabetli ve anlamlı olduğunu, o yüzden orada 1 Mayıs kutlamalarının yasaklanmasının Anayasa’ya aykırı olduğunu tane tane ve sayfalarca gerekçeleriyle anlatan bir Anayasa Mahkemesi kararı bile ortada dururken, “Nuh der, Peygamber” demez” faşist diktatörlük.
Dedim ya… Komiklik karakterinde vardır Faşizmin.
Zaten kolunu kanadını kırdığı emekçi sınıfının neredeyse tek (kâğıt üstünde, takvime göre, yasal bir bayram olarak kutlanabileceği varsayılan) özgürlüğünü çok görür onlara. Alt tarafı bir meydanda toplanıp konuşmaların yapılacağı, türkülerin marşların söyleneceği halaylar çekilip horonlar edileceği bir şöleni bile çok görür onlara diktatörlük.
Kentin neredeyse tüm yollarını, tüm duraklarını ulaşıma kapatıp, sıkıyönetim ilan etmeden sıkıyönetim uygular. Sokağa çıkma yasağı diye adını koymadan sokağa çıkma yasağını hayata geçirir. Sokakta gördüğüne saldırır, copla döver, su sıkar, gaz sıkar, üzerinde tepinir, zindana atar, eziyet eder. Böylece, zavallı bir durumda, memleketi “idare ettiğini” zanneder, kendi kendini tatmin eder.
Hatta bir adım geriden baktığınızda, bir gün önceden (adeta 1950’lerdeki toplu tevkifatları anımsatırcasına) “sokağa çıkacağını ve muhalif ses çıkaracağını varsaydığı, haber aldığı unsurları” bile gözaltına alıp içeri tıkar ki, ertesi gün katılım daha az olsun. Yani, o kadar korkmaktadır muhalifinden… Yani halkından. Kendi halkından. Kendi emekçisinden, kendi emeklisinden, öğrencisinden, memurundan, beyaz yakalısından, mavi yakalısından, gri lakalısından, kırmızı (özellikle de bu renkten) yakalısından, bilcümle renkli yakalısından.
Yani; çalışanından, üreteninden, yaratanından.
Onun için tek makbul canlı türleri; “yandaştır, yalakadır, düzen yardakçısıdır, yılışık yancısıdır, kiralık elemanlarıdır, muhbiridir, satılık kalemleridir, hırsızıdır, rantiyesidir, şakşakçısıdır…”
Gerisi, (aklınca) “telef” olmayı hak eder.
Utanmazdır çünkü faşist diktatörlükler.
Bir avuç yandaşını zengin ve mutlu ve tatmin edince, huzurlu bir toplum yarattığı hissine kapılıp geri kalan halka zulmetmesinin bir nevi tadını çıkarmaya çalışır. Eriyip gittiğinin farkında olmadan.
Bilmez ki, hızla “telef” olan kendisidir.
Bilmez ki, hızla tedavülden kalkmakta olan kendisidir.
Bilmez ki, Nâzım’ın dediği gibi:
“Çürüyen diş,
Dökülen et,
Bir daha geri dönmemek üzere yıkılıp gidecek
Ve elbette ki sevgilim, elbet…
Dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle; işçi tulumuyla
Bu güzelim memlekette hürriyet…”