Tılsımı korumak
Balıkçılar kahvesine gidemiyordum bir süredir, vardığım gün de hava koptu, fırtına, yağmur. Yanımda tesadüfen Roberto Bolano'nun ‘Tılsım' adlı romanı vardı. Romandan birkaç sayfa okuyayım derken, aldı götürdü beni. Kitabın çevirmeni Zeynep Heyzen Ateş'i tebrik etmek lazım, Türkçede yazılmış gibiydi roman. Zaten Bolano, her ne kadar Şilili olsa da, romanları Güney Amerika'da geçse de bu topraklardaki serüvenlere çok benzer anlattıkları. Belki de Güney Amerika'ya benzeyen kısmi modernleşmenin yarattığı etkiler, sürekli bir travma hali, hiçbir yere kök salamayan, bir yerden bir yere sürekli hareket eden karakterler…
Karakterleri travmalarıyla varolur ve travmalar onun karakterlerini neşeden alıkoymaz genellikle. 'Tılsım'da kendisinden "Meksikalı şairlerin anasıyım" diye bahseden Auxilio, şöyle der örneğin: "Beni delirmekten tek şey alıkoydu: Espri anlayışımı asla yitirmedim." Bolano da son röportajlarında dahi neşeli duruşunu bozmadı hiç. Örneğin 2003'teki son röportajında Monica Maristain "Anavatanınız neresi?" diye sorduğunda şöyle yanıt verir: "İddialı bir cevap vermek zorunda kaldığım için üzgünüm. Çocuklarım, Lautaro ve Alexandra, benim tek anavatanım. Ve belki de arka planda, belirli anlarda, belirli sokaklarda, içimde olan ve bir gün unutacağım belirli yüzler, sahneler, kitaplar..." Sonra şöyle sorar Maristain: "Düşmanlarından daha fazla arkadaşın var mı?" Yanıtı esprilidir Bolano'nun: "Yeterli miktarda arkadaşım ve düşmanım var, hepsi karşılıksız."
∗∗∗
'Tılsım', Eylül 1968’de, Auxilio Lacouture adlı edebiyat ve şiir tutkunu kadının Meksika ordusu tarafından işgal edilen Meksika Ulusal Özerk Üniversitesi’nin kadınlar tuvaletinde saklandığı on üç günü anlatıyor. Askerler üniversitede öğrencileri öldürür, yüzlercesini tutuklayıp götürürken Auxilio tesadüfen tuvalette şiir kitabı okumaktadır ve dışarı çıkıp pencereden dışarı baktığında gördüklerine inanamaz. Tuvalete askerler girince kabine saklanır ve kimse onu fark edemez. Orada geçmiş, gelecek ve şimdinin karıştığı bir zaman tüneline girmişçesine zihninin içinde kaybolur. Gizlendiği kabinde tuvalet kâğıdı yiyerek, bol bol su içerek, ama en önemlisi şiir okuyup hayaller kurarak hayatta kalır.
Mesela Auxilio, başından geçen o trajik olayı anlatırken şöyle diyor: “Ah, düşündükçe gülmek geliyor içimden. Ağlamak istiyorum!” Bu duygu halini, Türkiye'de yaşayan biri, örneğin Kuzey Avrupalı birine göre daha iyi anlayacaktır. Bu ne şimdi? Güncel siyasetteki şu diploma tartışması karşısında bile bu duyguyu yaşamak mümkün. Çünkü kısmi modernleşme tam bir felaket.
∗∗∗
Romanın bir yerinde Auxilio şöyle der, saklandığı kabinden çıkıp açık havada yürürken: “İşte vadiyi geçen hayalî çocukların uçurumdan düşüşünün hikâyesi. Onlar geçip gittiler ama şarkılarının hayaleti veya yankısı (bir şarkının hayaletinin yankısından bahsetmek hiçliğin yankısından bahsetmektir) onların belledikleri yolda ilerlemeyi sürdürdü, hem de aynı hızla, cömertliğin ve cesaretin hızıyla. Güçlükle duyulan bir şarkı, savaşın ve aşkın şarkısı; çünkü o çocuklar hiç şüphesiz savaşa gidiyorlardı, ama aşklarından yapıyorlardı bunu.”
Bütün bu dağlar ve denizler, benzer şarkıların, türkülerin hayaletleri ve yankılarıyla dolu. Cömertlik ve cesaretle… Bolano, işte o çocukların Güney Amerika'da dolanan şarkılarının tılsımından bahsetmiş: “Her ne kadar söylediklerini duyduğum şarkı, savaşı ve Güney Amerika'nın daha gencecikken kurban edilmiş bütün bir kuşağının kahramanlıklarını anlatsa da aslında içten içe değerlerden ve aynalardan, arzudan ve zevkten bahsettiğini biliyordum.”
Fırtına ve yağmurun balıkçılar kahvesine sarıp sarmaladığı böylesi bir anda, Auxilio'nun bahsettiği o şarkıyı duyar gibiydim.
Maristain, Bolano'ya “Canını ne sıkar?” diye sormuş. Bolano, “Soldaki boş tartışmalar. Sağdaki boş tartışmalar sorun değil.”