Büyük bir felaketin enkazını kaldırmaya çalışıyoruz. Binlerce yurttaş depremin ilk saatlerinden bu yana ölüm kalım mücadelesi veriyor. Yas ile öfke, kahır ile umut birbirine karışmış durumda. Böylesine anlarda toplumlar ve yönetimler adı konmamış bir sınavdan geçer. Bizler, depremin ilk saatlerinden bu yana gösterdiğimiz çabayla toplum olarak bu sınavdan alnımızın akı ile geçeceğimizi gösteriyoruz, ancak aynı şeyi ülke yönetimi için söylemek mümkün değil.

Deprem haberinin alınması sonrasında kendiliğinden bir toplumsal seferberlik atmosferi oluştu. Türkiye’nin dört bir yanından yurttaşlar ne yapabiliriz, nasıl yardım edebiliriz diyerek canhıraş bir biçimde kendisine adres aradı. Kimse bu “bu iş devletin, bizim boyumuzu aşar” demedi, “kader planı” deyip yerinde oturmadı; aksine herkes elinde ne imkânı varsa onu kullanmayı, yardım çabalarının bir parçası olmayı tercih etti. 1999 Marmara depreminde edinilen kolektif tecrübenin yanı sıra mevcut iktidarın kırıklarla dolu afet karnesi de aklımızın bir kenarında duruyor. AKP’nin kendi döneminde söndürülemeyen yangınlardan, zamanında müdahale edilemeyen sellerden, heyelanlardan, depremlerden ders çıkarmadığını biliyoruz.

Toplumun geniş kesimlerinden akan yardımlar iktidar güdümündeki hamaset rüzgârıyla değil; sahici bir dayanışma ruhuyla gerçekleştiriliyor. İktidarın her vesileyle hedef tahtasına koyduğu meslek örgütleri, sendikalar, sol/sosyalist siyasetler toplumsal dayanışmanın örgütlenmesinde öncü bir rol üstleniyor. Devlet imkânlarıyla yıllardır semirtilen dinci, sağcı yapılar afetle mücadeleye müdahil olmak için iktidardan icazet beklerken, yurtsever-devrimci binlerce insan özgücüyle sahada gece gündüz demeden didiniyor. Yurttaşlar, resmi makamların çağrılarına değil de toplumsal dayanışmanın odağı olan sembol isimlere ve sivil kurumlara itibar ediyor. Özetle toplum kenetleniyor, kendi başının çaresine bakıyor, tek adam rejimi ise çözülüyor.

İKTİDAR ENKAZ ALTINDA

AKP’nin 21 yıllık iktidarında başarı hikâyesi olarak sunduğu her şey enkazın altında kaldı. Gurur abidesi denilen otoyollar, pistler, şehir hastaneleri, şaşaalı kamu binaları, iskân verilen lüks apartman daireleri tel tel döküldü. Rant düzenine teslim ettikleri kentler, oy uğruna çıkardıkları imar afları, içini boşalttıkları kamu kurumları, liyakatsiz kişilerin yönetimine verdikleri afetle mücadele birimleri… hepsi ve daha fazlası can kaybı ya da yaralı olarak geri döndü. Büyük Marmara Depremi sonrasında “devlet çöktü” diyenler, 3 yıl sonra teslim aldıkları devlet mekanizmasını bugün öyle ya da böyle işlemez hale getirdiler.

Karar almayı hızlandırma, bürokratik gecikmelere son verme ve sorunlara hızlı müdahale etme vaadiyle kurulan tek adam rejiminin kendisi afetle mücadelede kocaman bir engel haline geldi. Saray’a bilgi vermeye çekinen, inisiyatif almaktan korkan, halkın tepkisinden değil de Erdoğan’dan ve Beştepe bürokrasisinden çekinen kadrolar deprem sonrasında paralize oldu. Güçlü olma imajını koruma adına yaşanan gecikmeler tabloyu daha vahim hale getirdi. İvedi karar alarak uygulamanın hayat kurtarmada zaruri olduğu bir durumda Ankara’dan onay beklemenin, bu denli hazırlıksız ve koordinasyonsuz olmanın ülke yönetimine dair çok büyük yapısal sorunlara işaret ettiği aşikâr. Bu sorunları artık yalnızca muhalifler değil iktidar tabanı da görüyor. Ve Saray düzeni için siyasal meşruiyet krizi büyüdükçe büyüyor.

Deprem sonrasındaki müdahalede ortaya çıkan zaaflar, yardıma koşan toplumsal güçlere iktidar tarafından moral ve destek sunularak bir nebze olsun hafifletilebilirdi. Ancak iktidar, ilk andan itibaren her şeyin kontrolü altında olduğu izlenimi vermeyi, dayanışmayı güçlendirmek ve koordine etmekten daha önemli gördü. İktidar sözcüleri, İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediyeleri başta olmak üzere afetle mücadele için gelen ekiplerin çabalarını küçümseyecek, onları “devletle yarışa girmekle” suçlayacak kadar ileri gittiler. Atanmışlar seçilmişleri hedef alarak “siz kimsiniz” diye bağırdı kamera karşısında. Halbuki yeter ki bir kap sıcak çorba daha dağıtılsa, bir can daha kurtulsa, bir yangın daha sönse, bir umut daha büyüse denmesi beklenirdi. Tüm bunlar yetmezmiş gibi en ihtiyaç duyulan zamanda twitter’ı kısıtlamak gibi akıllara ziyan bir başka işe imza attılar. İktidarın kontrol tutkusu ile aksaklıkların üstünü kapatma telaşı halk için yaşamsal bir probleme dönüştü.

Muktedirlerin kamplaştırıcı, ötekileştirici diline rağmen Türkiye toplumu hâlâ bir arada durabiliyor. Çünkü toplumsal dayanışmanın tutunacak tek dalı olduğunu biliyor. Öte yandan kamuculuğun, laikliğin, demokratik kurumların altının oyulduğu bir ülkede can güvenliğinin de olamayacağını çok acı bir biçimde deneyimliyor. Bu yıkımları, bu kayıpları, bu ıstırabı bir daha yaşamamak için depremde gösterdiğimiz dayanışmanın bir benzerini daha eşitlikçi ve özgür bir ülke kurma mücadelesinde yinelememiz gerekiyor.