Toplumsal anomi: Çöküş ve kriz
Çok hızlı toplumsal değişim dönemlerinde henüz yeni toplumsal düzeni oluşturacak normlar ve yapılar oluşmadığı ve oturmadığı için kriz ve yüksek anomi (köksüzlük, normsuzluk) durumları oluşur.

Anıl Al Rebholz - Doç. Dr., Sosyolog ve Siyaset Bilimci
Bilimsel bir bilgi alanı olarak sosyoloji başlıca iki temel soru ile meşgul olur: 1) Toplumsal düzen nasıl sağlanır ve 2) Toplumsal değişim nasıl meydana gelir? 18. yüzyılda sanayileşmiş toplumların ortaya çıkışı ile birlikte doğan sosyoloji disiplini içinden çıktığı ama aynı zamanda araştırma nesnesi haline dönüşen sanayileşme ve hızlı toplumsal değişim olgularına eleştirel bir mesafe de alır. Bu anlamda her biri titizce kendi kuramsal yaklaşım ve sosyolojik araştırma kurallarını geliştirmiş sosyolojinin kurucu babalarının aynı zamanda koyu ahlaki kaygıları olup, bizzat yaşadıkları süreci incelerken topluma etik endişelerle bakmaları ve birtakım değerleri vurgulamaları çok şaşırtıcı değil. Çünkü sanayileşmenin neden olduğu hızlı toplumsal değişim süreçleri aynı zamanda orantısız nüfus artışı, bozuk kentleşme ve gecekondulaşma, salgın hastalıkların artışı, artan yoksulluk ve suç oranları, aile bağlarının çözülmesi, ahlaki çöküş ve değer kaybı, kadınların, çocukların ve genç kızların fuhşa itimi, sağlıksız konutlaşma, eğitimsizlik ve sefalet gibi birçok derin ve ciddi toplumsal sorunları beraberinde getirmiştir.
Çok hızlı toplumsal değişim dönemlerinde henüz yeni toplumsal düzeni oluşturacak normlar ve yapılar oluşmadığı ve oturmadığı için kriz ve yüksek anomi (köksüzlük, normsuzluk) durumları oluşur. Fransız sosyolog Emile Durkheim’a göre tüm modern toplumlar anomiye yatkındır, fakat toplumsal ve ekonomik bunalım zamanlarında özellikle etkin hale gelir. Hem İşlevselci (Emile Durkheim) hem de yapısal-işlevselci (Robert Merton) yaklaşımlar bu anlamda bireylerin, onları çevreleyen ve topluma entegre eden bağ, değer ve normların eksikliğinde ve dışsal ahlaki kısıtlama ve baskıların yokluğunda norm dışı davranışlara yönelebileceklerini öngörürler. Üstelik bu kuramcılara göre bireylerin, toplumda kabul görmüş norm ve değerlere (örneğin başarı, ün, saygınlık, itibar vb) ulaşma olanağı sağlayacak yapıların da bulunmayışı durumunda (eğitim, sağlık, iş, barınma, beslenme, ulaşım gibi altyapılara eşit erişim olanağının eksikliğinde) toplumsal yapıya inançlarını kaybedip başka çıkış yolu görmeyerek suç, şiddet, çeteleşme gibi yollara sapabilecekleri beklenir.
Ne kadar hızlı oldu ve kapsamı nedir soruları tartışılabilir ama kesin olan son 22 yıllık İktidarın Türkiye’nin toplumsal dönüşümüne damga vurduğu açık. En genel hatlarıyla iktidar partisinin yönetme rasyonalitesinin din aksanlı neoliberal muhafazakâr bir toplum modelinin olduğu söylenebilir. Her ne kadar sıklıkla kurban söylemine atıfta bulunuluyorsa da iktidarda olan muktedir olarak toplumsal dönüşümün sonuçlarından da bizzat sorumludur. Bir zamanlar Türkiye toplumunun az ya da çok ortak değer ve normlarından bahsedebiliyordu ama siyasi kutuplaşmanın aktif olarak pompalandığı, muhafazakâr toplumsal mühendisliğin aktif pratik edildiği, demografik yapının mülteci ve göçlerle kasıtlı dönüştürüldüğü, sınırların göç, kaçakçılık, uyuşturucu ticareti ile kevgire dönüştürüldüğü, eğitim sisteminin devamlı değiştirildiği, kadına, çocuğa ve hayvana şiddetin ve tacizin (tecavüz, sömürü ve istismarın) normalleştirildiği, kutsal aile söylencesinin ve hayır ağlarının devletin sosyal refah politikalarının tek temeli haline geldiği, bir yandan kişilere bireyselleşme (medya, tüketim, teknolojik/dijital araç ve platformlar aracılığıyla) şırıngalanırken muhafazakâr toplumsal ideolojinin gelenekçiliğinin tutkalı ile vatandaş seçmenlerin yapıştırılmaya (manipüle etmeye) çalışıldığı (o da ancak seçimden seçime, sonra da seçimlerin sonuçlarının geçersiz sayıldığı/kılındığı), tarımsal üretimin ve hayvancılığın bitirildiği, üretim yapan tüm kurum ve fabrikaların özelleştirildiği ve yabancı sermayeye satıldığı bir yerde millilik, ulusal değer ve kültürden bahsedebilmek mümkün mü?
Ya da şöyle soralım: bu yeni düzenin (!) yeni değerleri nelerdir?
Kara para aklama mili değer, devre dışı bırakılmış demokratik bir düzen, göstermelik seçimler, diktatörlük rejimini yerleştirmeye yönelik çabalar, muhafazakâr aile maskesi ardında ensest ve çocuklara tacizin meşrulaştırılması toplumsal normlarımız haline gelmiştir. Erkeklerin işlediği cinayet ve şiddete tahammül de önemli bir toplumsal değer olmuştur. Geçerli olan değerler: orman kanunun, güçlünün zayıfa üstünlüğü, örgütlü ya da bireysel şiddet, aç(ık)gözlülük, gençlerin ve çocukların telefi, hiper-tüketim, yıkım, dikta, adam kayırmacılık, öngörüsüzlük, gösterişçilik, en iyi ben bilirimcilik, oldubitticilik, kapanın elinde kalmacılık, cehalet(izm), hukukta kendine Müslümanlık ve daha ötesidir.
Ve kıyım bir şekilde yönetim rasyonalitesinin temel mantığına dönüşmüştür:
Her türlü biyolojik, kültürel, doğal, insani, tarihsel varlık ve değerlerimizin kökünden kıyımı, kadınların kıyımı, bebeklerin kıyımı, toplumsal yardımlaşmanın ve empatinin kıyımı, çalışanların kıyımı, kıyıların, ormanların, zeytinliklerin kıyımı, alçakgönüllülüğün/diğerkâmlığın kıyımı, toplumsal adaletin kıyımı.
KABUSTAN UYANMAK
Her şeye rağmen kıyılanların ortaklığından, eğer çaba gösterilirse, eskilerin ve yenilerin bir araya getirilmesi ve üzerinde çok çalışılması ile yeni değerler oluşabilir:
“Yaşlıya saygı”dan nesiller arası bir arada yaşayabilmeyi,
“Kul hakkına girmemek”ten adil ve ihtiyaçları gözeten bir gelir dağılımı,
“Mazlumun ahını almamak”tan kimsenin mazlum olmadığı sağlam bir refah sistemine destek,
“Ne olursan gel”den farkların kimlik politikaları olarak pazarlanıp kızıştırılmadığı, sömürü malzemesi yapılmadan kabul gördüğü toplumsal çeşitlilik onayı,
“Cennet anaların ayağı altındadır” hamasetinden yaşatan ve doğurana, canlıya derin bir sevgi ve özen,
“Ailemiz namusumuzdur”dan hiyerarşisiz ve adil bir nesil ve toplumsal cinsiyet düzeni,
Kirli siyaset ve siyasetçimizden görev duygusu ve toplumun iyiliğine adanmış ilke ve misyon sahibi çalışkan milletvekillileri,
Koltuk sevdasından adalet sevdalısı,
Diktatörlükten farkların içerildiği ve gözetildiği bir demokrasi,
Köhne, ezberci ve otoriter bir eğitim sisteminden ezber bozan, yenilikçi ve yeteneği destekleyen bir eğitim sistemine geçiş,
Geleneksel misafirperverlikten yurtiçinde ve yurtdışında kendini dünyalı hissetme ve hissettirme,
“Bayrak, vatan, ülkemiz için kanımı veririz”den yeryüzü ve ülkemizin geleceği için ter dökeriz,
“Rızka razı olmak”tan ekolojik dengeleri gözeten tarımsal üretim ve ihtiyaçlara göre tüketim, vb gibi yeni değerler türetilebilir.
Adamlık, edep, haddini bilme gibi bize özgü bununla birlikte altta yaş ve cinsiyet hiyerarşisi içeren değerlerin de toplumsal mutabakatla dönüştürülmesi/yenilenmesi gerekir. Bir uzlaşıyla ulaşılacak bu yeni değerlerin sürdürülebilirliği ise bunları destekleyecek ve pekiştirecek kurumsal, siyasal ve toplumsal yapıların varlığına bağlıdır.
Kâbustan uyanmak mümkün. Türkiye’deki halklar olarak siyasetten beklentimiz minimum bu olmalıdır.