Bir yanda yaşamını sürdürmek için “pis işleri” yapmak zorunda olanlar, diğer yanda ise onlara “bu imkânı sunduğunu” söyleyenler… Peki, “pis işler” ne ve bu işlerde çalışanlar kim?

'Toplumun göze çarpmayan  kıyıları'nda çalışanlar

ALİ BULUNMAZ

Çoğunluğun yaşamının sekteye uğramaması, günlük hayatın ve müesses nizamın sakatlanmadan sürmesi için çalışan ve kentlerin çeperlerine itilen; genelde görünmeyen ya da görmezden gelinen bir kesim var. Bu kişilerin, tüketimin ve tüketme histerisinin selameti açısından varlığı zorunlu fakat parayı ve tedarik zincirini yönetenlerin yaşamına ucundan kenarından bile dâhil olması istenmiyor. Kısacası kaymak tabaka tarafından “habis” diye niteleniyorlar.


Bir yanda yaşamını sürdürmek için “pis işleri” yapmak zorunda olanlar, diğer yanda ise onlara “bu imkânı sunduğunu” söyleyenler… Peki, “pis işler” ne ve bu işlerde çalışanlar kim? Örneğin hapishanelerde ve psikiyatri koğuşlarındaki gardiyanlar, mezbaha çalışanları, İnsansız Hava Aracı (İHA) operatörleri, petrol üretim tesisi işçileri ve bu insanların aileleri…

Yaşamın olağan akışını sağlayan ve söz konusu sürece ilk elden tanık olan bu kişilerle görüşen sosyolog, yazar ve gazeteci Eyal Press, gözlemlerini Pis İşler başlığı altında kitaplaştırmış. Press’in odaklandığı temel mesele, yaşamını devam ettirmek için toplumun ve kentlerin çeperlerinde “pis işler”de çalışanlar, onların karşılaştığı ahlaki ve hukuki sorunlara karşı alınan tavırların yanı sıra bu insanlara karşı çoğunluğun sorumluluğu.

‘Tanık olma, işini yap, evine dön’

Press, adı kötüye çıkmış mesleklere ve onları icra edenlere yoğunlaşırken bir tür aracı hâline getirilmiş ve aslında örtük olarak yetkilendirilmiş insanların hikâyelerini, ABD’deki örnekleri merkeze alıp aktarıyor. Başka bir deyişle azınlığın huzur ve mutlulukla yaşayabilmesi için bazı işleri yapmak zorundayken damgalanan, öfke duyulan ve özsaygısını yitirmenin eşiğine gelen insanlarla yüzleştiriyor bizi: “Pis işlerin suçunu sadece bu işleri yerine getirmekle görevlendirilmiş insanlara yıkmak, bu işlerin yürütülmesini sağlayan iktidar dinamiklerini ve suça iştirak katmanlarını gizlemeye yarayabilir. Ayrıca bu işleri kimin yapacağını belirleyen yapısal dezavantajları gözden kaçırmaya yol açabilir. İsteyenin erişebileceği kadar yaygın olmasına rağmen ABD’deki pis işler rastgele dağıtılmış değildir. (...) Bu işler, daha çok elinde kısıtlı tercih ve fırsatlar bulunan insanlar (geri kalmış kırsal bölgelerden gelen lise mezunları, belgesiz göçmenler, kadınlar, beyaz ırka mensup olmayanlar) tarafından yürütülür. Düşük ücretli, fiziksel tehlike içeren işler gibi pis işler de çoğunlukla varlıklı, eğitimli vatandaşların sahip olduğu becerilere, vasfa, toplumsal hareketliliğe ve iktidara sahip olmayan ayrıcalıksız insanlara ayrılmış durumdadır.”

Gardiyanlar, İHA’larla dünyanın dört bir yanında operasyon düzenleyen mühendisler ya da mezbaha çalışanları, Press’in öncelikle ele aldığı ve kapitalizm çarklarının dönmesinde hayatî role sahip kişiler. Diğer bir deyişle gizleyen ve düzenleyen, hâl yoluna koyan ve had bildiren, başka bir biçim veren ve tüketime hazır hâle getiren; işlerini “iyi insanlar”dan ve kentlerin ışıltısından uzakta, “perde arkasında” yapanlar…

Hapishanedeki mahkûmlarla ya da psikiyatri koğuşlarındaki hastalarla çarpık ilişkiler kuran, hiç görmedikleri insanları bilgisayar başında düzenlediği operasyonlarda öldüren, mezbahaya getirilen hayvanları pişirilip restoranlarda servis edilmesi için hazırlayanlarla görüşen Press, yaşanan duygusal gerilimlerle, körelen vicdanlarla, yabancılaşmayla, mahcubiyet ve mecburiyetlerle buluşturuyor okuru. Bir gardiyanın dediği gibi “tanık olma, işini yap, evine dön” yöntemiyle çalıştırılan kişiler bunlar. Bir anlamda özneliği kaybettirilen ve karşısındakini de nesne olarak görmesi istenen; şiddet kültürünün faili hâline getirilmiş ve gücü elinde tutarken kendisini de küçük düşüren insanlar…

Press, görüşmelerinde “pis işler”le uğraşanlara karşısındakini birer “malzeme” olarak görmesi gerektiğinin ve aksi durumda kendisinin de malzemeye dönüştürüleceğinin telkin edildiğini görüyor. Elbette onlardan kendilerine sunulan bu “fırsatı” iyi değerlendirmesi bekleniyor.

Sosyolog Kelsey Kauffman’ın “öteki mahkûmlar” dediği gardiyanlar ya da “nokta atışı”yla insanları öldüren İHA operatörleri, bahsi geçen “fırsatı” iyi değerlendirmeye zorlanan kişilerin başında geliyor. Press’in, M.Shane Riza’nın “suikastçı hâline geldiler” dediği İHA operatörleriyle ilgili bir notu var: “Savaş bölgelerinde hayatlarını tehlikeye atan askerler en azından bu tehlikeli işi yaptığı için bir ölçüde saygı görüyordu. Yaraları ve fedakârlıkları kabul ediliyor, hürmetle karşılanıyordu. Bilgisayar ekranlarının karşısında oturan, psikolojik ve duygusal yaraları göze kolay görünmeyen siber savaşçılar ise nadiren böyle karşılanıyor.”

Aracıların ‘saklı yaraları’

Press’in anlattığı hikâyelerde, hoş gözle bakılmayan ve “pis işle” uğraşan bir başka kesim ise mezbaha çalışanları. Bir otelde veya hamburgercide çalışarak kazanacaklarından daha fazlasını mezbahada elde eden bu kişiler için de mecburiyet ve mahcubiyet geçerli. Hayvanlara kötü muamele ettiklerinin farkında olan bu işçiler, kendilerine de kötü davranıldığını ve insanca çalışma koşullarından hayli uzakta olduğunu anlatıyor yazara. Dolayısıyla gardiyanlar ve psikiyatri koğuşu görevlileri gibi mezbaha çalışanları da “toplumun göze çarpmayan kıyıları”nda mesleklerini icra ederek yaşamaya uğraşıyor.

Press, iştahlı tüketicilerin, güvenli yaşam düşkünlerinin ve tedariğin her koşulda sürmesi gerektiğini düşünenlerin “aracısı” olan bu kişilere toplumun hem mesafe koyduğunu hem de onları zımnen onayladığını hatırlatıyor. Başka bir deyişle hem dışarıda bırakılıyorlar hem de yaptığı hayatî işlerle bir şekilde düzenin tesisini sağlıyorlar.

“Pis işler”, bir yandan doğaya ve insanlara zarar veriyor diğer yandan bu işleri yapanların kişiliğini örseliyor ve toplumun büyük kısmı tarafından damgalanmasına yol açıyor. Press’in görüştüğü kişilerin aktardıkları bunun birer örneği. Yazar, “pis işleri” yapanlara karşı herkesin bir borcu olduğunu düşünüyor: “Pis işlerde çalışanların aldığı ahlaki ve duygusal hasarlar, tıpkı bu işçilerin kendileri gibi görünmez nitelikte. Bu ‘saklı yaralar’ dışarıdan fark edilmiyor. (...) Bunlar, toplum açısından vazgeçilmez nitelik taşıyan, pek çoğumuzun başkasının yapması şartıyla halledilmesi gerektiğini düşündüğümüz ‘sorunları’ çözen işler. Çoğumuz bu işlere dair çok fazla şey duymak istemiyoruz. Bu işleri bizim adımıza yürüten insanlara dair de pek bir şey duymak istemiyoruz çünkü insanların anlatacakları bizi rahatsız edebilir, belki az da olsa suçluluk duymamıza bile neden olabilir. (...) Bu işçilere ne borcumuz var? En azından bizim aracımız olarak çalıştıklarını, gündelik hayatımızla bağlantılı işleri yaptıklarını kabul etmeye yönelik, anlatacakları şeyler huzurumuzu kaçıracak olsa bile onları dinlemeye yönelik bir isteklilik gösterme borcumuz olduğunu düşünüyorum. Kaçan sadece bizim huzurumuz olmayacaktır elbette.”