Google Play Store
App Store

Bu köşeden sık sık tabiat ve ekoloji yönünden çok özgün ülkemiz kaynaklarının hunharca yok edilmesine itirazımı sizlerle paylaşıyorum. Temelde gelecek nesillere sağlıklı ve daha iyi bir yaşam sunabilmek için kaynakların korunması önemli. Bu nedenle farkındalığı artırmak, koruyucu sesi ve gerektiğinde direnişi güçlendirmek için dile getirdiğim itiraz; bir anlamda da ülkemiz ekonomisinin en önemli can damarları olan tarım üretimini, doğal güzellikleriyle turizm yönetimini, doğru yatırım ve politikalarla geliştirerek toplumun refahını artırmayı amaçlıyor. Eşit ve adil gıda erişimini de sağlayacak yeni bir anlayış ihtiyacını tanımlıyor. Koruyucu ve üretime dayalı bir ekonomi yönetimine ihtiyacımız yoksulluk ve açlık verileriyle, gıda enflasyonu ve fiyatlarla kendini fazlasıyla hissettiriyor zaten. Mamafih ne rakamlara, ne yerel halkın yakarışlarına, ne yoksullaşan vatandaşın ihtiyaçlarına kulak veren var. İktidar bugüne kadar saldırmadığı, kenarda köşede kalan bir avuç verimli tarım arazimizin de imar rantına kurban edilmesi için adeta yeşil alan, doğal kaynak radarları ithal ediyor. Malum bizde ithal olmayana rağbet yok! Yandaş terminatörlere toprak dayanmıyor.

Son yıllarda Türkiye'nin tarım politikaları, doğal kaynakların korunması ve sürdürülebilir üretimden ziyade, betonlaşma ve kısa vadeli ekonomik kazançların peşinden koşan bir anlayışa dönüştü. En son örnekler; Konya'nın Taşkent ilçesinde, tapulu tarım arazileri üzerinde GES (Güneş Enerjisi Santrali) izni ve Kanal İstanbul projesi kapsamında tarım alanlarının imara açılmasıyla gündeme geldi. Özellikle tarım arazilerimizin neredeyse tamamı büyük altyapı projeleri veya enerji üretim tesisleri adı altında yok ediliyor. Çed raporları yok sayılıyor. Ormanlar göz göre göre kesiliyor. Buna olanak yoksa yakılmasına göz yumuluyor. Bunun yanı sıra çeşitli inşaat projeleri, havaalanları, rezidanslar ve diğer ticari yapılaşmalar için bilimsel çalışmalar, fizibilite, uygunluk araştırmaları yok sayılıyor. Bir yandaşın göz diktiği her yer ivedilikle pazarlanıyor. Vatandaşının hiçbir feryadını duymayanlar konu toprak parsellemek olunca tüm bürokratik ve hukuki engeller kolaylıkla ve başka hiçbir alanda göstermedikleri beceriyle aşılıyor. Çünkü “yatırım”! Çünkü ekonomiyi şahlandıran “inşaat”!

Bugün Türkiye'nin tarım alanlarına yönelik yapılan imar ve rant saldırıları, yarının dünyasında açlık, kıtlık ve gıda güvenliği sorunlarıyla karşılaşacağımızın habercisi. Tarım, sadece ekonomi değil, bir toplumun varlıklarını sürdürebilmesi için hayati öneme sahip. Tarım politikalarındaki yanlışlar, gelecekte bu ülkenin en büyük krizlerinden birine yol açabilecek kayıplar yaratıyor. Tarım arazileri, sadece üretimin devamı için değil, aynı zamanda ekosistem dengesinin korunması için de kritik bir öneme sahip. Bu nedenle, verimli arazilerin imara açılması, sadece bu topraklardan elde edilen gıda üretiminin azalmasıyla, yerel halkın köyünde, kasabasında kazancıyla yaşama olanağının ortadan kalkmasıyla kalmaz, aynı zamanda toprak erozyonu, biyolojik çeşitliliğin kaybı ve su kaynaklarının tükenmesi gibi uzun vadeli çevresel zararlara neden olur. Bunun örneklerini pek çok kereler ağır bedeller ödeyerek deneyimledik. İklim değişiminin de etkisiyle değişen yağış normalleri heyelanlarla, sellerle can aldı. Memleketin acı bilançosunda yer alsa da çoğu unutuldu bile.

İlk örnek Kanal İstanbul;

Yıllardır yaratacağı yıkımı bilimsel ve toplumsal gerekçeleriyle anlatarak mücadelesini verdiğimiz Kanal İstanbul projesi mahkeme kararlarıyla iptal edilse de ihaleler, satışlar ve talan olanca hızıyla devam ediyor. Arnavutköy Sazlıbosna Barajı çevresinde bulunan 1 milyon 935 bin metrekarelik tarla vasıflı arazi, Çevre Bakanlığı tarafından yapılaşmaya açıldı. TOKİ bu alanda 24.874 konutun yapılacağını duyurdu. Ayrıca geçtiğimiz günlerde Kanal İstanbul projesindeki 6 köprüden ilki olan Sazlıdere Köprüsü’nün ayaklarının 90 metreye ulaştığına ilişkin haberler de boykot kanallarında övgüyle çarşaf çarşaf yer aldı. Bölgenin doğal koşullarına bağlı olarak güçlü rüzgârların etkisiyle taşınacak kumların Terkos gölünü doldurmaması için yıllar önce öngörü ve sağduyuyla bölge ağaçlandırılmışken şimdi bu ağaçlar yok edilirse Terkos Gölü artık bir su kaynağı olmaktan çıkacak. Nadir türlerden kum zambağının yok olması zaten kimsenin umurunda değil. Neden olsun ki?! Kanal İstanbul projesi ve çevresinde yeni yerleşim projeleriyle birlikte toplam 3 bin hektar (3 bin 896 futbol sahası) orman yok olacak. Daha şimdiden 3. köprü ve havaalanı için 8 bin 700 hektar orman yok edildi. Şimdi de doğal tarım arazileri ve su havzalarının imara açılmasıyla İstanbul’un ekosistemi geri dönülmez şekilde zarar görecek. Birilerine villalar satılırken üreticinin gelir kaynağı yok edilmiş ve üretimden düşen tarım arazileriyle de bu villalara, konutlara yerleşecek olanlar da dâhil hepimizin gıda ve su kaynakları kurutulmuş olacak. Küresel ısınmanın etkileri ve bu etkilerin doğuracağı sonuçları da eklersek önlem almayanların hiç gelmeyecek sandıkları kıtlık günleri her gün daha yaklaşıyor diyebiliriz.

KONYA TAŞKENT’TE GÜNEŞ ENERJİSİ SANTRALLERİ

İkinci ve güncel örnek Konya Taşkent’ten. İlçede halkın tapulu tarım arazilerine AHEM Elektrik AŞ tarafından güneş enerji santrali yapılmak isteniyor. Bu talebin önü hızla ‘çevresel etki değerlendirmesi gerekli değildir’ diyen bir raporla açılıveriyor. Oluşturulan raporda belediyelerin ve DSİ’nin görüşleri alınmış fakat İl tarım orman müdürlüğü ya da ilçe tarım orman müdürlüklerinin görüşüne başvurmaya bile gerek görülmemiş. Elma, armut, ceviz, üzüm, erik gibi meyve ağaçları bulunan bu araziler hem üretimden çekilerek bölge üretimine zarar verilecek hem de vatandaşın arazileri yok pahasına ve zorla ellerinden alınacak. Kuşların ve diğer yaban hayvanlarının uğrak noktası olan sulak alanlar yok edilecek.

Güneş Enerjisi Santrali (GES) projelerinin, çevre dostu altenatif çözüm kabulüne karşın, verimli tarım arazilerine kurulması haklı bir tartışma yaratmakta. Tarım arazileri üzerinde konumlandırılması, verimli toprakların israfı anlamına geldiği için kurulacak paneller hem doğal dengeye hem de yaşam kaynaklarına zarar verecektir. Bu nedenle tüm sürdürülebilir doğal enerji santrallerinde olduğu gibi kurulacağı yer, adet ve işletme koşullarının önemle ve bilimsel olarak ele alınması da elzem. Bu nedenle çevresel etki değerlendirmelerinin birilerinin iki dudağı arasında olması aslı kabul edilemez. Bu projeler tarım alanlarını hedef aldığında, gıda üretimi ve tarımsal sürdürülebilirlik kısacası ülke ekonomisi ciddi anlamda zarar görür. Bu projeler, yerel üretimi ve çiftçinin geçim kaynaklarını yok ediyor. Türkiye, gıda üretiminde kendi kendine yeterliliğini sağlamak adına tarım alanlarını korumalı, bunları betonlaşmaya açmak yerine tarım ve yenilenebilir enerji alanlarında verimli kullanım stratejileri geliştirmeli. Tarım arazilerinin betona dönüşmesi, sadece yerel halkı değil, tüm halkı olumsuz etkiliyor. Bir ülkenin tarım alanları yok olduğunda, yalnızca gıda fiyatları artmaz, aynı zamanda tarımsal üretim geriler. Bu da, ithalata bağımlılığın artmasına ve dışa bağımlılığın daha da derinleşmesine yol açar. Bu tür projelerin gerçekleştirilmesi, sadece ekolojik ve sosyal değil, ekonomik olarak da zararlı. Taşkent Çevre Platformu ve halk bu projenin yarattığı tehlikenin farkında ve yanlıştan dönülmesi için var gücüyle yetkililere ulaşmaya çalışıyor. Unutmayın bugün Taşkent yarın sizin köyünüz, kasabanız. Onların çağrısına destek olmak boynumuzun borcu. Ülkemiz için hepimizin sorumluluğu.

Güneş enerjisi, yenilenebilir enerji kaynakları arasında en hızlı büyüyen ve en temiz enerji kaynaklarından biri olarak dünya genelinde giderek daha fazla önem kazanıyor. Dünyada, birçok ülke güneş enerjisine büyük önem veriyor. Türkiye de bu alanda adımlar atmakta, ancak karşılaşılan sorunlar ve yanlış uygulamalar, potansiyelin tam anlamıyla değerlendirmesine engel oluyor. Oysa yerli üretim maliyetlerini düşürmek, iç talebi aşarak ihracat olanağı sağlamak, ek enerji üretimi sağlamak için doğru adımlar atarak atıl alanları değerlendirmek mümkün. Mevcut koşulda güneş panelleri ve ekipmanın ithal edilmesi nedeniyle maliyetlerin yüksek oluşu dışa bağımlılığı artırıyor. Güneş enerjisini depolayacak verimli batarya sistemlerine dair yatırımlar sınırlı. Bu da güneş enerjisinin sürdürülebilir kullanımını sınırlıyor. Bir başka sorunlu konu da yerel yönetimlerin karar ve üretim süreçlerinden uzak tutulması. Güneş enerjisi potansiyelinin değerlendirilmesinde yerel yönetimlerin daha aktif olmasının önü açılmalı, yerel yönetimler, güneş enerjisi sistemlerinin kurulumunu kolaylaştırıcı düzenlemeler ve teşviklerle halkı bilgilendirip yönlendirebilir. Bölgesinin koşullarına hâkim bir anlayışla önemli ve sağlıklı rol oynayabilir. Türkiye’nin geleceği, sadece betonlaşmada değil, tarım, çevre ve yenilenebilir enerji yatırımlarında dengeyi sağlamaktan geçiyor.

Belki “toprak çanaklarda güneşi içenlerin türküsü”*ne kulak vermek en güzeli. Başaklar, Günebakanlar boşa çevirmiyor yüzünü göğe. En verimli panel şüphesiz toprak. “Toprak bakır, gök bakır”* Güneş yok etmeden fazlasını vermeye hazır. O kadar engin. Yeter ki aydınlık olsun!

*Nazım Hikmet / Güneşi içenlerin türküsü