Google Play Store
App Store

Tımarlı sipahilerden ‘düze inmek isteyen’ zeybeklere, Kurtuluş Savaşı’na katılan eşkıyadan işgalcilerle iş tutan beylere, Kuvâ-yı Milliyecilerden işgalcilere adım adım Ege köylerinde toprağın el değiştirmesini, mülkiyet savaşlarını okuyoruz Büke’nin ‘Kırmızı Buğday’ında.

Toprağın 'zor' ve 'zorbayla dolu' hikâyesi
Ahmet Büke

Türey KÖSE

"Arap Ali'nin öylece çöküp kaldığı toprak hep böyle kederli değildi ama oldu olası zor ve zorbayla doluydu."

Ahmet Büke'nin son romanı ‘Kırmızı Buğday’, ‘zor ve zorbayla dolu’ toprağın yüz yıl önceden gelen sesi, sözü, türküsü, destanı... Yaşar Kemal'in ‘İnce Memed'ine Ege'den bir selâm. Mülkiyet savaşları üzerinden yazılan bir başka tarih. Üstelik ‘harp’ zamanıdır; baldırı çıplak köylüler bir yandan ekmek kavgası verirken öte yandan da ülke toprağını işgalcilerden kurtarmak için cephelerdedir. Çanakkale Savaşı'ndan Kurtuluş Savaşı'na savaş meydanlarında onların kanı akar toprağın üzerine...

Önce kitabın ‘vesilesi’ ile başlayalım. İzmir Alsancak'ta Nuray Önoğlu'nun Yerdeniz Kitapçısı Ahmet Büke'nin uğrak yerlerinden. Bu kitapçının müdavimlerindenseniz kendisine sık sık orada rastlayıp sohbet edebilirsiniz. 2021’de Nuray Önoğlu Ahmet Büke'ye Kaz Dağları’ndan getirdiği bir ‘amele markası’ hediye etmiş. Büke, bunu bir iktisat tarihçisi arkadaşına göstermiş. Osmanlı’da ‘amele markası’ ya da ‘ağa pulu’ denilen bir değişim aracı olduğunu öğrenmiş. Ege’de yedi ay süren zeytin zamanı kasasından ödeme yapmak istemeyen ağa çalışana bu ağa pullarından verir; zeytin toplanıp satılınca eline geçen paradan da bu markaları toplayıp ödemesini yaparmış. Sömürü bununla da kalmaz, köylü ağanın bakkalından fahiş fiyata aldığı ürünleri bu marka ile öder, nakit lazım olduğunda zararına kırdırırmış. İşte bu bilgiler kitabın ilham kaynağı olmuş. Ahmet Büke daha sonra tam dört yıl çalışmış. Dersini çok iyi çalıştığı her satırda anlaşılıyor. O savaş günlerinin atmosferini, çaresizlikleri, yoklukları mektuplarla, günlüklerle, harp cerideleriyle okurun gözünde canlandırıyor. Türküleri, söylenceleri, taşın toprağın sesini de hikâyesine katıyor. Romanın esin kaynaklarından Kırmızı Buğday türküsü, Afro Türk Ali Osman Efe’ye yakılmış bir türkü...

‘Deli İbram Divanı'nda 1950'lerde Ege'de bir adada, Köstence'de denizde verilen bir kavga vardı. ‘Kırmızı Buğday'da bu kez kavga karada. Toprakta, toprak için... Roman 25 Nisan 1915 günü Çanakkale'de başlıyor. Mekân yine Ege, özellikle de Gördes... Kahramanlarımız ‘en alttakiler'den Arap Ali. O, bir Afro Türk. ‘Arap’lığı siyahiliğinden geliyor, aslında Afrika kökenli ‘köle’lerin soyundan. Sonra Gani Dayı, Teğmen Cemil, Kuvâ-yı Milliyeci Hacı Bey ve arkadaşları var aynı saflarda. (Bu saflar değişebilir sonraki günlerde) Karşı tarafta ise ilk Kayalıoğlu Beyi ve neslini sürdürenler Şahin Bey, Adnan Bey ve iş birlikçileri var. Yüksek kuleli, yüksek duvarlarla çevrili konaklarda oturup her döneme, her iktidara uyum sağlayıp servetlerine servet katanlar...

Millî mücadele daha çok işgalcilere karşı özverili halk savaşı öyküleriyle anlatılır. Ahmet Büke, romanında bu savaşın içindeki sınıfsal çatışmaları öne çıkarıyor. İşgal başladığında ovalık Akhisar'da zengin toprak sahipleri düşmanla işbirliğine açık kalırken, dağlık ve yoksul Gördes'te hemen isyan başlamasının altını çiziyor.

MÜCADELECİ ATALARA BİR ARMAĞAN!

Ahmet Büke kitabını "Gördesli Pevlivanoğlu Ahmet Bey'in, Kıranşeyhli Müftü Ahmet Efendi'nin, Hacı Ethem Bey ve Makbule Hanım'ın aziz hatıralarına" ithaf etmiş. Anlattığı biraz da kendi aile ‘hikâyesi’...Yazar, aile büyüklerinin mücadelesini ‘kurgu’ya taşırken, memleketi Gördes'i ve ailesini de onurlandırıyor. Gördes Kuva-yi Milliyet teşkilatının lideri Hacı Ethem Bey, Ahmet Büke'nin ‘büyük amcası’. Edebiyat okumuş, teşkilatçı, Kuva-yı Milliyecilerin ‘sol’ kanadından. Kitapta bir yerde şu sözlerle tanıtılıyor:

Biliyorsunuz İttihatçılığın içinde de iki kanat çarpışır. Hizbi Cedit dediğimiz sağ kanat ve Hizbi Terakki dediğimiz sol kanat. Bunlar hep mücadele içindedir. Örtüyü çekip kaldırırsak da altındaki iktisadiyat kavgasını görürüz. Ayan da eşraf da birbiriyle çekişir. Adnan Bey ovalı büyük toprak sahibi, büyük tüccar, büyük spekülatör, sarraf; Hacı Bey ise dağlı, küçük tüccar ve aşırı fikirli. Toprak taksimatı meselesinin nasıl vücuda geldiğine Hacı Bey'in fikren ve fiilen nasıl ter döktüğüne şahitsiniz."

Kitabın ithaf edildiği kişilerden biri olan Makbule Hanım da Gördes'te milli mücadeleye katılan, Yunanlı işgalcilere karşı savaşırken hayatını kaybetmiş bir kadın kahraman.

Tımarlı sipahilerden ‘düze inmek isteyen’ zeybeklere, Kurtuluş Savaşı’na katılan eşkıyadan işgalcilerle iş tutan beylere, Kuva-yı Milliyecilerden işgalcilere adım adım Ege köylerinde toprağın el değiştirmesini, mülkiyet savaşlarını okuyoruz roman boyunca. Erkek kahramanlar öne çıkıyor -ama örneğin Maya gibi- çok güçlü kadın karakterler de var. Deli İbram Divanı'nda gece yarısından sonra tek başına faytona binip yıldızlara bakmaya giden bir Leyla vardı. Nasıl da şiirseldi, gözü karaydı. ‘Kırmızı Buğday'da da at sırtında dağlarda dolaşan ve harbe giden sevdiğine "Hepimiz bu harbin içindeyiz. Ama ben sana ölmeyi yasaklıyorum. Arap Ali! O en son işimiz. Daha dolu dolu şu hayıtlar gibi açmak, tohuma dönmek var sırada," diye emreden Maya var!

Yoksulların savaşı iki ayrı cephede. Hem vatan toprağını işgalcilere karşı savunmak için savaşta en ön saftalar hem de toprak ağalarına, beylere karşı ekmek kavgaları var. Ovada eşrafın işgalcilere daha kolay teslim olması, Gördes dağlarında ise zeybeklik geleneğini yaşatan isyancıların direnişi kitapta altı çizilen noktalardan. Hacı Bey, milli mücadele yolları tartışılırken "Ovalar dünyevidir. Dağlar ise menkıbelerle yaşar. O halde biz de öyle başlayalım" sözleriyle Gördes dağlarını işaret ediyor. Eski dünya ölürken saflar netleşiyor ve Arap Ali de kendini dağlara vuruyor. Yolları ayrılırken Yüzbaşı Cemil Bey'e de son ‘söz’ünü söylüyor:

"Biliyorum ki yakında ordunun genel taarruzu için gideceksin. Büyük Gazi'ye mahsus selamlarımızı götür. O bizim neyi, neden yaptığımızı anlar! O da bizim gibi yetim ve asidir! Lakin ona de ki, eğer zaferden sonra sofrasından biz kalkacaksak ve Adnan Beyler oturacaksa, belinden silahını hiç ayırmasın. Zira, elin oğlu bize benzemez!"

USTALARA SAYGI

Ahmet Büke ile ‘Deli İbram Divanı’ kitabı yayımlandığında yaptığımız bir söyleşide "toplumcu gerçekçi bir yazar" olarak anılmasıyla ilgili sorumuza "Toplumsal gerçekçi edebiyatın bir parçasıyım. Üç Kemallerin çocuğuyum. Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Kemal Tahir. Ama bunu iyi edebiyatla yapmak gerek." karşılığını vermişti. ‘Kırmızı Buğday’ ile Yaşar Kemal'in Toroslar'daki ‘İnce Memed'ine Ege'den bir türkü gönderiyor. Orhan Kemal'in Çukurova'da ‘Bereketli Topraklar Üzerinde’ ter döken ırgatlarının sesini, soluğunu Egeli yoldaşlarınınkiyle buluşturuyor. Dağlardan inen bir zeybek olan ilk Kayalıoğlu beyinin ‘insan teri ve kanıyla’ mülk sahibi olup hüküm sürdüğü zamanların anlatıldığı bölümlerde de eşkıyalığın yüceltilmesinden hiç mi hiç hoşlanmayan ve bu konuda Yaşar Kemal'in tam karşısında bir yerde duran Kemal Tahir'i anımsıyoruz. (Ancak, bu noktada Büke'nin ‘eşkıyalık’ konusunda Yaşar Kemal'e daha yakın bir çizgide durduğunu vurgulamak gerek. Bu da başka bir tartışmanın konusu.)

Ahmet Büke, son kitabıyla üç ustasına saygıda kusur etmeden, kendi destanını yazıyor...