Östlund’un ilk kurmacaları, İsveç’teki ırksal sınıfsal çelişkileri sakin, sade bir dille anlatan, belgesel estetiğine sahip yapımlardır. Kendisi de belgeseli sevdiğini ve her zaman belgesel çekmek istediğini açıklamıştır.

Triangle of Sadness: Östlund’un toplumsal cinsiyet ve modernizm kaygıları
Fotoğraf: IMDb

Gül Yaşartürk

İsveç sineması dendiğinde aklımıza gelen ilk isim muhtemelen Ingmar Bergman’dır. Ancak ilginç biçimde Bergman’dan sonra İsveç sinemasının en ünlü iki auteuru olan Roy Andersson ve Ruben Östlund’un sinemasının Bergman filmleriyle tematik ya da biçimsel olarak ilişkisini kurmak pek mümkün değil. Hatta Anderson’un da aralarında bulunduğu İsveçli yeni politik sinemacılar sanat sinemasıyla ve özellikle Bergman’la aralarına mesafe koyar, Bergman filmlerini burjuva, elitist olarak yorumlar, karakterleri sadece birey olarak değil sosyal bağlama ait göstermekten yanadırlar. Andersson ve Östlund’un sineması hayli benzerdir.

Sosyal taşlama, satir diyebileceğimiz türdeki filmleri Frankfurt Okulu’ndan ilham alır, bireyin, öznenin pasifliği ile ilgilenir. Andersson daha politik olan söylemini Pieter Brueghel tablolarında olduğu gibi görmek ve anlamak için çaba isteyen stille anlatırken Östlund ise aksine çok da vurucu olmayan temalarını gösterişli, şok yaratmayı amaçlayan bir film diliyle anlatır. Andersson ve Östlund’un ortak yönlerinden diğeri Luis Bunuel hayranı olmalarıdır. 2011 yılında Münih Film Festivali’nde kendisiyle söyleşi yapan Ruben Östlund’un ‘etkilendiğiniz yönetmenler ve filmler hangileri’ sorusuna Andersson uzun uzun düşündükten sonra Viridiana (Louis Bunuel 1961) yanıtını verir. Andersson’un son filmi Triangle of Sadness ile The Discreet Charm of the Bourgeoisie (Louis Bunuel 1972) arasındaki benzerlikler hakkında hayli konuşuldu.

Östlund’un ilk kurmacaları, İsveç’teki ırksal sınıfsal çelişkileri sakin, sade bir dille anlatan, belgesel estetiğine sahip yapımlardır. Kendisi de belgeseli sevdiğini ve her zaman belgesel çekmek istediğini açıklamıştır. Yönetmenin filmografisinin başından itibaren göçmenler, sınıf sorunu, suçluluk, toplumsal cinsiyet rolleri ve aileye dair temaların izini sürmek mümkün. Östlund, Turist’ten itibaren çığ düşmesi, maymun performansı ve ıssız adaya düşmek üzerinden modern Avrupalı öznenin yabani hayatla baş edemeyişini, insanın ‘özünden’ uzaklaşmasını hicvetmeye başlar. Yabani hayatla bağlarımızın koptuğunu söyler. Square’da (2017) Avrupa’nın sahte eşitlik idealini simgeleyen karenin yerini Triangle of Sadness’ta gemi figürü alır. Square’daki Oleg, Triangle of Sadness’ta Abigal ile aynı işlevi görür.

Turist’te pembe ve mavi renkler biyolojik cinsiyet farkını vurgulayacak şekilde kullanılır, çiftlerin konuşmalarında ilkel güdümüzün hayatta kalmak olduğuna ve kahramanlık yapmak olmadığına dair vurgular yapılır. Çığ düşerken ailesini terk eden Thomas, filmin sonunda ‘erkekliğini ispatlamak için’ karısını kucaklayarak sisten çıkarır böylece sarsılan aile birliği yeniden sağlanır. Thomas, Square^da sperminin çalınmasından endişelenen ve kapı çalındığında korktuğu için çocuklarını saldırgan/hırsız zanneden Christian’a bırakır yerini. Evinde altı bağlı bir şempanze besleyen bağımsız, özgür ve güçlü kadın Anne’in gözünün Christian’ın sperminde olduğu çöp tenekesini heyecanla kaçırmasından bellidir. Triangle of Sadness eşitliği ve feminizmi slogan olarak kullanan ancak izleyiciler arasında dahi eşitliğin gözetilmediği bir defile üzerinden postmodern gösteri toplumu eleştirisiyle açılır. Yaya ve Carl çiftinin yaşadığı gerilimler Turist’teki Ebba ve Thomas’ı anımsatır. Yaya güçlü ve özgüvenliyken Carl korkaktır. Östlund’un derdi kadınlığa ve erkekliğe dair rollerin karışmış olmasıdır sanki. Eşini, sevgilisini kıskanan ancak onun için mücadele edemeyen, ıssız bir adaya düştüğünde eşek sesinden korktuğu için komik duruma düşen, ateşi koruyamayan erkekleri izlerken gülüyor olmamız çok da masumane değil bu bağlamda. Yaya filmin ilk bölümünde Carl’ı küçük düşürmesinin bedelini son bölümde canıyla öder. Yaşlı ve zengin bir erkekle evlenmek istediğini söyleyen Yaya, sevgilisi Carl’ın Abigail’le birlikte oluşuna, en hafif tabirle bedenini ona satmasına tanık olur. Yaya’nın Amazonlara benzeterek övdüğü Abigail, tiranlığından vaz geçmemek için önce Yaya’yı öldürür.

Östlund’un Avrupa uygarlığının metaforu olarak tasarladığı gemiye ilk yardım paketi olarak gökten Nutella atılır. Yönetilmeye ihtiyaç duymayan bu gemi otomatik pilotta yol alır, yelkeni dahi yoktur. İdeolojiler ise Baudrillard’ın kulaklarını çınlatırcasına işlevini yitirmiştir. Sarhoş iki erkeğin eğlencesine, amaca hizmet etmeyen tartışmasına dönüşmüştür.

Daniel Brodén 2017 “Old-school modernism? On the cinema of Roy Andersson” Journal of Scandinavian Cinema 7(1):5-12
Ruben Östlund: ‘All my films are about people trying to avoid losing face
https://www.theguardian.com/film/2018/mar/11/ruben-ostlund-the-square-interview-force-majeure
Gül Yaşartürk Kare: Kendini Tehlikede Hisseden Modern Maymunun Hikayesi https://ayrintidergi.com.tr/kare-kendini-tehlikede-hisseden-modern-maymunun-hikayesi/