Triumph motosikletiyle gün batımına doğru yol almak
“A Complete Unknown” sadece Bob Dylan’ı değil bir müzisyeni, şairi, düşünce insanını anlama yolunda şimdiye kadar izlediğim en iyi filmlerinden biri oldu. Dylan’ı anlamak için Woodrow Wilson Guthrie’yi filmin merkezine yerleştiren filmin senaryosu ise tek kelimeyle mükemmel.

En İyi Film Oscar adaylarını izleyip tamamlamış biri olarak, bu seneki en iyi film seçimim kesinlikle “A Complete Unknown”. Ancak izninizle filmden bahsetmeden önce, biraz benim anladığım Bob Dylan’dan bahsetmek istiyorum. Çünkü Bob Dylan hakkında bir film izlemek, onun hakkında yazı yazmak, tıpkı onun şarkılarını dinlemek gibi, bir anahtar deliğinden koca bir dünyaya bakmaya benziyor. Bir bakıma bu filmin de yapısal ve niyetsel olarak muğlaklık çevresinde ipuçları serpiştirmesi de bu yüzdendir. Dinleyicisinin şarkılarını anlamak için çabasını görmek isteyen Dylan gibi, yönetmen de filminin seyircisinden bunu beklemektedir. Bu yüzdendir filmin isminin, Bob Dylan’ın ünlü şarkısının sözlerinden alınmış olması: “How does it feel? To be on your own, with no direction home, like a complete unknown, like a rolling stone?” . “Like A Rolling Stone” u sadece bir şarkı olarak düşünmemek gerekir. Bir dönemin bütün ruhunu yansıtan bu parçada, özellikle "Yalnız başına olmak nasıl bir duygu?" sorusunu soran o nakarat, bir yalnızlık ve varoluşsal sorgulamanın derin özüdür. Dylan’ın şarkıları, 1960’lar ve 70’lerin protesto hareketlerini, dönemin kaygılarını ve dünyaya dair eleştirilerini dile getirirken, aynı zamanda kişisel bir yalnızlık ve belirsizlik duygusunun izlerini de taşır. Bu yüzden, Dylan’ın şarkılarının hala daha bugünün savaş ve ceset kokan dünyasında da bir karşılığı vardır. Onlar, hem bireysel bir arayışın hem de kolektif bir sorgulamanın yankısı olarak, çağlar boyu süren evrensel temaları dile getirir. Dylan’ın sesi, zamanı aşan sırlar fısıldar. Şarkılarında bazen 1930’ların kaybolmuş seslerini duyarken bir anda bir caz baladına dönüşen enstrümanların çakışmalarıyla aynı zamanda folk müziğin tınılarına bürünebilen bir müzik duyarız. Siyahların blues ve caz mirasını işçi sınıfının dünyasına taşıyan, Amerikan kimliğini adeta bir sinema filmi gibi şarkılarında işleyen biridir o.
MÜZİĞİN FİLMİ
“A Complete Unknown” sadece Bob Dylan’ı değil değerli bir müzisyeni, şairi, düşünce insanını anlama yolunda şimdiye kadar izlediğim en iyi filmlerinden biri oldu. Dylan’ı anlamak için Woodrow Wilson Guthrie’yi filmin merkezine yerleştiren filmin senaryosu ise tek kelimeyle mükemmel. Guthrie, Amerikan folk müziğini şekillendiren isimlerden biri olarak Bob Dylan’a yalnızca müzikte değil, aynı zamanda ideolojik ve anlatımsal bir miras bırakan müthiş bir direnişçi müzisyen. Dylan, Guthrie’nin işçi sınıfının hikâyelerini anlatma tarzını, şarkı sözlerine verdiği önemi ve politik duruşunu kendi müziğine taşımasıyla, 1960’ların başındaki protest folk döneminde, Guthrie’nin etkisi Dylan’ın şarkılarında açıkça hissediliyordu. “Blowin’ in the Wind” ve “The Times They Are A-Changin” gibi şarkılar, Guthrie’nin sosyal bilinçli müziğinin bir uzantısı gibidirler. Ancak Dylan, zamanla Guthrie’nin geleneksel folk anlayışının dışına çıkarak müziğini sürekli evrimleştirdi. Filmdeki ana vurgu ve benim bu filmi “müziğin filmi” olarak tanımlamamın sebebi de tam olarak budur. Müziğin nasıl evrimleştiğini gösterebilmedir. Mesela 1965’te elektronik gitara geçişi ve folk müziğin kalıplarını yıkması, Guthrie’nin mirasını tamamen bireysel ve yenilikçi bir şekilde ileri taşıdığının göstermesi olağanüstü ve çığır açıcıdır. Filmin en unutulmaması gereken anlarından birinde bunu net görürüz. Newport Folk Festivali’nde Bob Dylan’ın, Bob Neuwirth, Johnny Cash ve Joan Baez’e dönüp uzun uzun baktığı bu önemli sahnede Dylan’ın "It’s Alright Ma, I’m Only Bleeding" şarkısındaki “Sorun değil anne, eğer onları memnun edemiyorsam” sözleriyle daha da anlam kazanmaktadır.
MAKUL DÜZEYDE BELAYI DERT ETMEM
Filmin tam olarak seyirciye geçebilmesi için Dylan’ın müziği ve 1960’ların kültürel arka planı hakkında bir miktar bilgi sahibi olmak gerekiyor. Ancak bu, filmin bir handikapı olmaktan çok, izleyiciyi daha derin bir keşfe davet eden bir özellik olarak görüyorum. Dylan’ın şarkılarındaki edebi, tarihi ve kültürel göndermeler, onun müziğinin evrensel ve zamansız olmasını sağlayan unsurlardan biri. Film bu göndermelere yer vererek, Dylan’ın sanatının katmanlarını başarıyla ortaya koyuyor. Dylan, bluesları ve düşsel sesi ile çocukluk yıllarımdan itibaren benim için sadece kitleleri etkilemiş bir müzisyen değil de kişiselleştirdiğim bir figür. O, sadece müziğiyle değil, Ginsberg, Kerouac gibi isimlerle yan yana gelen, toplumsal ve kültürel açıdan derin bir etki yaratmış biri. Bob Dylan tıpkı müziği gibi gizemli, alaycı, muğlak ve yaşurgan bir insan izlenimi verir ama kendisi şarkılarında tüm ipuçlarını sunduğunu ve bunları ancak bulmak işteyenlerin bulabileceğini söyler. Biraz da yönetmenin bu filmde bunu yapmaya çalıştığını anlamanızı isterim. Biliyorsunuz, Dylan’ın şarkılarında edebiyat, sinema ve tarihe yaptığı göndermelerle karşılaşmak bir bakıma bir hazineyi keşfetmek gibidir. Sözlerdeki göndermeleri fark etmek, onun şarkılarındaki derinliğe adım atmak için olmazsa olmaz bir anahtardır. "Love and Theft" (2001) albümünde Japon yazar Junichi Saga’nın "Confessions of a Yakuza" kitabına yaptığı referanslar, "Tangled Up in Blue”nun içerdiği T.S. Eliot ve Dante göndermeleri; Eliot’ın "The Waste Land" şiirindeki anlatım tarzının Dylan’ın çok katmanlı hikâye anlatımıyla paralellik göstermesi; 2009’da yayımlanan "I Feel a Change Comin’ On" şarkısında James Joyce’tan bahseden onun ismini geçirmesi; "Chimes of Freedom" adlı şarkısında Yeats’in "Vacillation" adlı şiirinden esinlenmiş olması, “Seeing The Real You At Last” şarkısında, Humphrey Bogart’ın Malta Şahini filminde söylediği “I don’t mind a reasonable amount of trouble” (Makul düzeyde belayı dert etmem) cümlesine atıfta bulunması gibi pek çok etkileyici referans bulunur şarkılarında. “A Complete Unknown”, görsel açıdan gerçekten olağanüstü. New York’taki Greenwich Village bölgesinde Batı 4. Cadde’nin atmosferi, mekanları ve ana karakterlerin kıyafetlerine kadar her küçük detay büyük bir özenle tasarlanmış. Yönetmen James Mangold, yalnızca karakterlerin duygusal dünyalarına odaklanmakla kalmamış, aynı zamanda arka plandaki unsurlarla da güçlü bir iletişim kurarak geniş açılı çekimlerde müthiş bir başarı sergilemiş. Filmin sonunda dahi Dylan’ın hala tam olarak bilinmemesi, onun gizemli ve karmaşık kişiliğiyle mükemmel bir örtüşme sağlıyor. Troçkist barlarıyla meşhur sosyalist geçmişi olan Hibbing’te başlayan hayatının onu nereye getirdiğini görüyor, Triumph motosikletiyle gün batımına doğru yol alırken ona veda ediyoruz.