Google Play Store
App Store

ABD’nin 2024 seçimlerinde anketler Trump’ın kazanma şansı olduğunu gösteriyor. Ancak Trump, asla “yeterince güç” ile hoşnut olmayacak.

Trump’ın 2024 hazırlıkları
Fotoğraf: Depo Photos

Adam DAVIS

Koyu Trump destekçilerinden Ohio Senatörü J. D. Vance’ın bir zamanlar ettiği sözler, Trump ikinci defa başkan seçilirse ülkeyi neler beklediğine dair ipuçları sunuyor. “İdari devletteki orta kademe bürokratların, memurların tamamını kovmalı ve yerlerine bizim adamlarımızı koymalıyız.”

ABD’nin 2024 seçimlerine bir yıl kaldı ve anketler Trump’ın gerçekten kazanma şansı olduğuna işaret ediyor. Kazanırsa bu defa ülkeyi geçen dönemde yönetemedikleri gibi yönetmek için, 2016’ya kıyasla “daha hazır” olmak için şimdiden çalışıyor.

Trump’ı destekleyen çeşitli kişiler yaptıkları “planlardan” bahsederken devleti Trump destekçileri ile doldurmaktan söz ediyorlar. Trump birinci başkanlık döneminin “derin devlet” bürokratları, “zayıf” hukukçular ve “solcu” generaller tarafından sekteye uğratıldığına inanıyor. Trump karşıtları ise bazı hükümet yetkililerinin “korkuluk” görevi yaptığına katılıyor ve bu kişilerin ülkeyi “Trump’ın en kötü uygulamalarından” koruduğundan söz ediyorlar.

İki siyasi kanadın da hemfikir olduğu bir konu var. Trump seçilirse ikinci döneminde daha otoriter bir başkan olacak ve bunu başarmak için devlet bürokrasisinin işbirliğine ihtiyacı var.

BÜROKRATİK SİYASET TEORİSİ

Siyaset Bilimci Graham Allison, 1971 yılında kaleme aldığı bir kitapta Küba Füze Krizi esnasında Kennedy yönetiminde yaşananları detaylıca inceliyor. Allison’a göre, ABD devletinin dış politika kararları “dışsal olgulara verilmiş mantıksal tepkiler” olarak ele alınamaz. Allison’a göre devlet kademelerinde alınan kararlar, devlet içindeki farklı oyuncuların “hamlelerinin” bir sonucudur ve siyasi neticelerdir.

ABD başkanlarının dış politikada yetki alanı oldukça geniştir. Fakat bu alanda da karar almak için “yardıma” ihtiyaç duyarlar. Dolayısıyla aldıkları kararlar, bakanlar, komutanlar, diplomatlar ve danışmanlar arasında yürüyen pazarlıkların bir yansımasıdır. Bu kişilerin her birinin kendine öz çıkarları ve bakış açıları vardır.

Kitabın eleştirmenlerinden Stephen Krasner, bu teorik çerçeveden pek etkilenmemişti. Karar alma süreçlerini böyle tarif etmenin, “politika yapıcılara aldıkları kararların sorumluluğundan kaçma” imkânı verebileceğini düşünüyordu. Krasner’a göre, ABD dış politikasında tek bir karar alıcı vardı, o da ABD başkanıydı. Başkanın ekipleriyle bürokratlar arasında oyunlar oynansa bile oyunun kurallarını da başkan belirliyor, oyuncuları da başkan seçiyordu.

Başkanın ajandasına “çomak sokmaya” çalışan “derin devlet” bükokratları olduğunu düşünen kesimler Allison’ın teorisini cazip bulabilirler. Kendi hükümetindeki “muhalif” seslerle mücadele etmek zorunda kalan ilk başkan Trump değildi. Barack Obama’nın ekipleri “kabarcık” adını verdikleri bir yapılanmadan şikâyet ediyorlardı. Obama’nın savunma bakanının içinde bulunduğu “militarist” bir yapılanma, başkanın çevresini sımsıkı sarıyordu. Geçmişte kabarcık gibi benzetmeler kullanan farklı başkanlar da olmuştu. John F. Kennedy İçişleri Bakanlığını “jöle” diye tarif etmiş, Franklin D. Roosevelt ise donanmayı değiştirmeye çalışmanın “tüy yastık yumruklamaya” benzediğini söylemişti.

Kresner’ın uyarısını akıldan çıkarmayalım: Bürokratik muhalefet, başkanların kurdukları sistemin eksiklerini örtbas etmek için kullanacakları bir bahane haline gelebilir. Trump iktidarı boyunca atadığı kişilerin emirleri yerine getirmediğini ya da “yasadışı oldukları” gerekçesiyle karşı çıktıklarından yakınıyordu. Fakat Trump ile ters düşen bu tür yetkililerin görevi tabii ki uzun sürmüyordu.

Trump yönetiminde Beyaz Saray personelindeki ve kabinedeki “devirdaim” eşi benzeri görülmemiş bir boyuttaydı. Başkanlık döneminin sonuna gelindiğinde Trump’la görüş ayrılığına düşmüş kimse yönetimde kalmamıştı. Kabine üyeleri “vekaleten” atanan kişilerdi ve Trump bunun kendisine “esneklik” sağladığını söylüyordu.

Neticede Trump yandaşlarının tecrübesizliği ve beceriksizliği, olası sadakatsizlik ya da muhalefet durumlarından daha önemli sorunlar yarattı. Yüksek mevkili bürokratların yetkinlikleri yerine “bağlılıkları” sayesinde atanmaları, önümüzdeki yıllarda başımıza büyük dertler açabilir.

İDARİ DEVLETİ ÇÖKERTMEK

Trump destekçilerinin Trump’a vefa göstermek ötesinde de planları var çünkü Trump yalnızca bir dönem daha başkan seçilebiliyor. Eski Baş Stratejisti Steve Bannon, henüz Trump iktidarının ilk günlerinde “idari devleti çökerteceklerini” söylemişti. Bu yaklaşım “yeni” ya da fazlasıyla “radikal” gibi duyulabilir fakat Roosevelt’in yeni düzen yıllarından beri muhafazakâr siyasette yeri olan bir söylem.

Devlet yapısında kongre, aslında birçok hükümet görevini çeşitli denetim ajanslarına tahsis eder. Çevre Koruma Ajansı, Tüketici Hakları Bürosu, Ulusal Çalışma İlişkileri Komitesi gibi kurumlar kendi alanlarında çeşitli standartlar belirlemek ve denetim rolü üstlenmek üzere çalışırlar.

Bu kurumların meşruiyeti muhafazakarlar tarafından yıllardır tartışmaya açılıyor. Bu kurumların “liberal politika hedeflerini” gerçekleştirmek için yasaları etkisizleştirdiğini savunuyorlar. Reagan ve Bush döneminde çalışan hukukçular “üniter yönetici” kavramını ortaya atmışlardı. Onlara göre başkan birlikte çalışamadığı memurları kovabilirdi. Bazı devlet kurumlarının “bağımsızlığının” anayasal olup olmadığı ise ayrıca tartışılmalıydı.

Trump başkanlığının son günlerinde bir kararname imzaladı ve devlette çalışan on binlerce memurun yasal statüsünü “siyasi atama” olarak değiştirmeye çalıştı. Biden ise başkan koltuğuna oturur oturmaz bu kararnameyi iptal etti. Fakat yönetmeliğin Trump ve müttefikleri tarafından “idari devleti yıkmanının” anahtarı gibi görüldüğü açık.

Başkan kim olursa olsun, kamu kurumlarının kademelerini siyasi atamalarla doldurmanın yaratacağı en büyük risk, kamunun yönetim kapasitesinin zayıflaması olur. Kamusal hizmetlerin kalitesi düşer, kamu kurumlarına dair toplumsal algı daha da kötüleşir.

KONTROL YANILGISI

Muhafazakâr düşünce kuruluşu Heritage Foundation, “Federal Bürokrasinin içini boşaltma hedefimiz solcuları ürkütüyor” diyor. “Siyasi düşmanların” topluca işten çıkarılması söylemleri Trump’ın “intikamcı” duruşuyla örtüşüyor. Fakat Heritage Foundation gibi kurumların sattığı içi boş hayaller, gelecekte tüm başkanların işini zorlaştıracak türden.

İki yüzlü bürokratları ve yöneticileri “hain” ilan etmek kolay. Fakat işin bir de şu boyutu var: ABD Kongresi hiç olmadığı kadar kutuplaşmış bir yapıda ve bu da yasama faaliyetlerini güçleştiriyor. Verimsiz yasama süreçlerinden etkilenen başkanlar da ülkeyi kararnameler ile yönetmeye çalışıyor.

Tabii Trump’ın diğer bir problemi, istediği birçok şeyin yasadışı olmasıydı. Trump müttefikleri şu an “ana akım hukukçuların kabul etmediği teoriler ile çalışmaya istekli” hukukçular arıyorlar fakat Trump’ın “göçmenlerin ideolojik taramasının yapılması” gibi planları uygulayabilmesi için ülkedeki yargıçların da işbirliğine ihtiyacı var.

Trump birinci başkanlık döneminde federal mahkemelere yüzlerce hakim atadı ve üç Anayasa Mahkemesi üyesini de bizzat belirledi. Bu atamalar ülkede muhafazakâr siyaset yürütmeyi tabii ki kolaylaştırdı. Fakat Trump’ın derinden önemsediği bir konuda hiçbir etkisi olmadı: 2020 seçim sonuçları...

Trump’ı yakından tanıyan birçok gazeteci, Trump’ın asla “yeterince güç” ya da “yeterince prestij” ile hoşnut olmayacağını söylüyorlar. Beyaz Saray’a ikinci defa seçilmeyi başarsa bile, aradığını bulamayabilir. Fakat birçok Trump destekçisi yaklaşan seçimi “skoru eşitleme” fırsatı olarak görüyor.

Çeviren: Fatih KIYMAN

Kaynak: The Conversation