Türk aydınlığı için büyük kayıp: Edgü
Kitap böyle bir güneş doğar gibi çıkmak üzere ve sen çok ünlü oluyorsun. Çok gençsin ve el üstünde tutuluyorsun. Bütün bunları hiç unutamam. Güle güle Ferit Bey diyorum. Yolun yıldızlarla dolsun.

Nazlı ERAY - Yazar
Ankara’daydım o zamanlar. Benimle Attilâ İlhan çok ilgileniyordu. Bilgi Yayınları’ndan Ah Bayım Ah çıkmıştı. Ah Bayım Ah’ın çıkmasıyla Amerika’ya gitmiştim. Amerika’da yazdığım hikâyeleri Geceyi Tanıdım adı altında toplamış. Türkiye’ye dönmüştüm bir yıl sonra. Geceyi Tanıdım elimdeydi, Attilâ ağabeye götürüp verdim. Attilâ ağabey dedi ki, “Evlat, bunu burada kimse anlamaz, Türkiye’de. Kağıt sorunu da var” O zamanlar tabii büyülü gerçekçilik filan yok, “Sen bunu Ferit Edgü’ye götür en iyisi” dedi. Ben hiç bilmiyorum; “Kim Ferit Edgü ağabey?” dedim, “O seni anlayacak birisi” dedi
“Türkiye’de"
“Nerede Ferit Edgü?”
“İstanbul’da”
Şimdi bunlar çok uzun yıllar önce. 80’ler, 80’lerin başı. Oğuz Atay’ın eşi Pakize de işin içine girdi. O nasıl karıştı bilmiyorum. Pakize Atay’dı o zamanlar. Ben Pakize vasıtasıyla Geceyi Tanıdım’ın dosyasını Ferit Edgü’ye yolladım.
Ferit Edgü dosyayı okumuş, büyük bir hayranlık duymuş, inanılmayacak bir hayranlık. Ve bana bir mektup yazdı. Ne yazık ki o mektubun nerede olduğunu şimdi bilmiyorum. Çünkü ben şimdi Bodrum’dayım, Ankara’daki evimde olabilir. Ferit Edgü o mektupta hikâyeleri okurken müthiş heyecanlandığını, onları hemen basmak istediğini, benim Cortázar, Marquez, Borges ayarında bir yazar olduğumu, bunların hepsinden, ona çağrışımdan geldiğini hikâyelerimde, hatta benim kitabımın bambaşka bir şey olduğunu söyledi. Yani o büyülü gerçekçiliği görmüş o zaman herhalde. Bütün Latin Amerikan edebiyatının devlerini saymıştı. Ve bu mektup… Ben o zamanlar çok genç, elinde tek kitabım olan bir yazardım; Ah Bayım Ah!
Şaşırdım, çok mutlu oldum. Pakize bana yardım ediyordu. Ben böyle ayağımda beyaz botlar, üstümde değişik bir kovboy elbisesi gibi bir şey, Amerika’dan yeni gelmişim. Ferit Edgü’ye gittim.
Nerede olduğunu bile bilmiyordum. Botter Han’da İstiklal Caddesi’nde, beşinci katta. Ondan sonra onu ilk görüşüm... Ferit Bey çok kibar, çok sert, duvarda şahane tablolar vardı. Bedri Rahmiler; onun koleksiyonu olduğunu sonradan öğrendim. Öyle denize bakıyorsun, bütün Sarayburnu gözüküyor balkondan. Botter Han o zamanlar yeniydi. Oturduk, konuştuk ve “Bunu hemen basalım” dedi. “Bu kitabı hemen basalım” dedi. Ben ona Eski Suadiye diye bir de roman götürmüştüm. Eski Suadiye’yi okudu. “Bu çok karışık” dedi. Şimdi ilk defa okuyor beni. Düşün, benim şimdi 78-79 kitabım var. İlk defa okuyor Ferit Bey. “Eski Suadiye’yi kimse anlamazdı” dedi. Halbuki benim şimdiki romanlarım gibiydi. “Bunu sonra basarız” dedi. Onunla ilgilenmedi. Geceyi Tanıdım’ın çok üstünde durdu.
DARGINLIĞIMIZ BİTMEDİ
Ve Geceyi Tanıdım iki ay içinde basıldı. Türkiye’de bir bomba etkisi yarattı. Ah Bayım Ah’ın etkisini devam ettirdi. Ve ben Ada Yayınları’nın yazarı olmuştum. Arka kapağa bir resim, ondan sonra bir yazı… Heyecan içindeydim. Ve kitap, yani ne bileyim, orayı burayı tokatlayarak yolunu buldu ve gidip tahtına oturdu. Beni bir gecede ünlü yapan öykülerdir Geceyi Tanıdım’daki hikâyeler.
Tabii beni anlayan Ferit Bey, mesela Sait Faik Armağanı’na hemen soktu kitabı. Sait Faik Armağanı’nı Tomris Uyar, Diz Boyu Papatyalar’la aldı. Ondan sonra Ferit Bey dedi ki, “Seni daha anlayamazlar”. O esnada ben Pasifik Günleri’ni yazıyordum, daha doğrusu dikte ediyordum. Bir dikte romandı. Çünkü Amerika’dan Pasifik üstünden dönmüştüm. Mimli ve La Argentina, Kazuo Ono. Ondan sonra La Argentina’nın kılığına giriyor. Âşık olduğu kadın. Ve her gece kadın kılığında dans ediyor. Değişik şeyler. Werner Herzog’un sineması. Bir kameranın gözünden anlatılıyor roman ve bu tamamen bir dikte roman, belki on yedi günde filan yazılmış. Tabii bu roman da bir kıyamet kopardı, Ferit Bey onu da hemen bastı. Yani böylece; Ah Bayım Ah, Geceyi Tanıdım, Pasifik Günleri, Kız Öpme Kuyruğu Ada Yayınları’ndan çıktı. Sonra bir anlaşmazlık oldu aramızda ve Ada Yayınları’ndan ayrıldım. Ondan sonra bambaşka yayınevlerine geçtim. O dargınlığımız Ferit Bey ölene kadar bitmedi.
GÜLE GÜLE FERİT BEY
Çok üzgünüm. Hiç konuşmadık. Yarım asır geçti. Çok saygı duyarım. Beni anlayan, beni gerçekten tanıyan, beni bilen, Türkiye’de büyülü gerçekçiliğin öncüsü olduğumu ilk başta anlayan, belki o anlardaki tek kişiydi. Hep arkamda durdu.
Ondan sonra Orphèe’yi ve Hazır Dünya’yı yazdım. Kapaklara çok özenirdi. Her kapak benim için bir sürprizdi. Yayınevinde Erostrartus adlı oyunum kaybolmuştu. Olacak iş değil. Fakat beni çok seven sekreteri, beş yıl sonra bulmuş. Birtakım şeylerin, kırışık yazıların arasında. Gidip aldım Erostrartus’u, yeni baskısıydı, çok baskı yaptı Geceyi Tanıdım’la. Benim en önemli hikâyelerim Geceyi Tanıdım. Bir sürü baskı yaptı. Erostrartus ve Geceyi Tanıdım bir arada basıldı yani birbirlerine kavuştular.
Büyük bir serüvendi. Bir yayıncının yeni bir yazarı keşfetmesi, onu görmesi, anlaması bakımından bence eşsiz bir olaydır bu. Sonunda da yazarın, belki yayıncının boyunduruğunu fazla kabul etmeyip, kendi yolunda uçması.
Böyle bir hikâyem var Ferit Edgü’yle ilgili. Ölümüne çok üzüldüm. Çok büyük bir kayıp. Türk edebiyatı için, Türk aydınlığı için büyük bir kayıp. Bir aydın olarak.
Çünkü her şey en modernini, en yenisini, avantgardı, çok iyi biliyordu. Ne bileyim, Yüksel Arslan arkadaşıydı. Onun resimlerini bir tek o anlıyordu. O yıllarda onlar da anlaşılmayan şeylerdi, onlarla kitaplar yaptı. Tezer Özlü onun yazarıydı. Çok önemli bir yeri vardı edebiyatta. Ada Yayınları eksklusif bir yayıneviydi. Botter Han, İstiklal Caddesi, oralarda yaşadığım heyecanlarım, umutlarım… Kitap böyle bir güneş doğar gibi çıkmak üzere ve sen çok ünlü oluyorsun ve çok gençsin ve el üstünde tutuluyorsun. Bütün bunları hiç unutamam. Güle güle Ferit Bey diyorum. Yolun yıldızlarla dolsun.