Google Play Store
App Store

Bahçeli’nin “Öcalan Meclis’e gelsin, terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın” çıkışıyla başlayan süreçte, Öcalan’ın mesajıyla bir adım daha atıldı ve tartışma önümüzdeki günlerin gündemini de belirleyecek.

Bu tartışmada kimin ne tavır alacağı da yavaştan netleşmeye başladı.

İktidarın medyadaki seslerinde iki eğilim görülüyor: Örgütü lağvetme çağrısı yapmadı, TBMM’yi devreye soktu diye öfkelenenler ve Öcalan’ın mesajıyla Suriye’de bir Kürt devleti hayali suya düştü, PKK’nin sonu geldi, her şey Bahçeli-Erdoğanparadigması” çerçevesinde ilerliyor diye sevinenler.

Paradigma” kavramı ne Erdoğan’ın ne de Bahçeli’nin sözlüğünde var. Ancak, “Sayın Bahçeli’nin ve Sayın Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya, ben de pozitif anlamda gerekli katkıyı sunacak ehil ve kararlılığa sahibim.”, cümlesinden anlıyoruz ki, Bahçeli’nin çıkışı da Öcalan’ın mesajı da İmralı’da uzun süredir yapılan görüşmelerin sonucu.

Yine kuşkusuz, bu süreçte yaşanan iniş çıkışlar ile İmralı’daki görüşmelerin dışarıya yansıması ve yansıma biçimi doğrudan Ortadoğu ve Suriye’deki gelişmelerle ilgili. Öcalan, “Gazze ve Suriye’de yaşanan hadiseler göstermiştir ki, dışarıdan müdahalelerle kangrenleştirilmeye çalışılan bu sorunun çözümü artık ertelenemez bir hal almıştır.”, diyerek hem bunun altını çiziyor hem de bu durum nedeniyle de Bahçeli-Erdoğan ya da İmralı’da görüştüğü “devlet” karşısında “aktör” konumunu pekiştiriyor.

Tarihin her döneminde ve her ülkede, Kürt sorunu gibi, köklü ve travmalarla kördüğüm olmuş konularda tarafları “çözüm” arayışına zorlayan iç veya dış “sıkışmışlıklar” olur. Arayış farklı niyetler ve sıkışmışlıklardan kaynaklanıyor diye onu görmezden gelemezsiniz.

Öcalan’ın İmralı’dan gönderdiği mesaj, “Türk-Kürt kardeşliği” vurgusuyla başlıyor ve o vurguya “barış” ve “demokrasi” ekleyerek sonra eriyor.

Türk-Kürt kardeşliği sosyalistlerin içselleştirdikleri bir değer ve eğer bunu dinamitleyenler de şu veya bu nedenle düşmanlıktan vazgeçerlerse bundan ancak memnun olunur.

Bugün Öcalan’ın “Sayın Bahçeli ve Erdoğan’ın güç verdiği” diye ifade ettiği “paradigma”nın ne olduğunu bilmiyoruz, ama Erdoğan’ın da Bahçeli’nin de “Kürt sorunu yok” dediğini biliyoruz. Bu, Öcalan’ın “pozitif katkı” sunacağı “paradigma”nın en çetrefil noktası!

Yine de, eğer Kürt sorunu gibi on yıllardır kanayan bir yaraya şiddet ve silah dışı çözüm kapısı aralanıyorsa bundan ancak memnun olunur. Sürecin “çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine” çekilmesine de, artık ne Türk ne de Kürt annelerin gözlerinde yaş olsun diyen kimse karşı çıkmaz.

Öcalan’ın mesajında, belki de yaşananlardan öğrenilenler nedeniyle, sürecin merkezine TBMM’yi koymak ve muhalefeti dahil etmek var.

Ben, kendi başına bir değer olan Türk-Kürt kardeşliğinin pazarlık konusu olmasını, verilmesi gereken hakları vermeye önkoşullar koymayı doğru ve ahlaki bulmam.

Bu sürecin; otoriterliğin pekişme ve anayasa değişikliğiyle yerleşmesi, emeklilerin ve asgari ücretle yaşamak zorunda bırakılan milyonların taleplerini gölgelemesi, sınıfsal taleplerle sokağa çıkışların engellenmesi, grev yasaklarına yol açması da kabul edilemez. Bir yandan Türk-Kürt kardeşliği denirken öte yandan Kürdün de Türkün de cezaevlerine konması, yazdıkları ve söyledikleri için yargılanması, halkın iradesinin kayyımlarla gasp edilmesi, hukuksuzluğun gölgelenmesi kabul edilemez.

On yıllardır yaşadıklarımız, Türk-Kürt kardeşliğini benliğinin bir parçası yapanların, yine o kardeşlik adına, “kabul edilemezler”e dikkat çekmesini de zorunlu kılıyor.

Yeni yıla dileklerle girilir ya; biz 2025’ten halkların kardeşliğini, barış ve demokrasi dilemekle kalmayıp, bunlar için elimizden geleni yapalım! Ama tehlikelerin de farkında olarak!