Türkiye neden ve nasıl “düşük ücretli" çalışanlar ülkesi haline getirildi?
İktidarının temelini sermayenin ihtiyaçlarının belirlediği AKP’de emek haklarının geliştirilmesine yönelik herhangi bir adım da, umut da gözükmüyor. Emeğin hakkını aldığı bir örgütlenme ve mücadele biçiminin geliştirilmesi hiç olmadığı kadar hayati bir öneme sahip olarak önümüzde duruyor.

Semih Güven - Ekonomi Gazetecisi
6 milyonu aşkın kamu emekçisi ve kamu emeklisini ilgilendiren toplu sözleşme görüşmeleri, iktidarın düşük zam teklifi ve çalışma koşullarındaki atılmayan iyileştirme adımları nedeniyle tıkandı. Kamu sendikalarından iktidarın tutumuna dair sert eleştiriler gelirken, iktidar temsilciler ise kamu çalışanları için ciddi iyileştirmeler yapıldığını savunuyor. Görüşmelerin uyuşmazlıkla sona ermesi halinde Hakem Heyeti devreye girecek ve büyük bir ihtimalle iktidarın öngördüğü rakam onaylanıp süreç sona erdirilecek.
Peki, Türkiye’yi düşük ücretli çalışanlar ülkesi haline getiren süreç nasıl başladı ve nasıl ilerliyor? Hükümet neyi amaçlıyor, somut durum neyi gösteriyor? Mızrağın çuvala sığmadığı mevcut tablo şöyle özetlenebilir?
IMF POLİTİKALARI AKP’NİN “RESMÎ POLİTİKASI” OLDU
2002 yılının kasım ayında iktidara gelen AKP’nin en önemli icraatı Türkiye’yi neoliberal sermayenin ilgi alanı haline getirmek için ülkeyi yapısal değişikliklere hızla maruz bırakması oldu. Bir önceki iktidarın uyguladığı IMF programı aynen devam ettirildi. Kamunun hantal yapısı gerekçe gösterilerek, kamunun elindeki tüm değerli fabrikalar ve araziler yok pahasına satıldı. Kamu emekçileri sermayenin insafına terk edilirken, özlük hakları sistemli şekilde budandı. Sermayenin iştahla ülkeye giriş yaptığı dönemde emekçilerin sesi sahte demokratikleşme adımları ile (sonu getirilmeyen açılım süreçleri, AB kriterlerine uyum vb) boğulmak istendi ve yatırıma dönüşmeyen sıcak para ile oluşturulan suni refah dönemi yaratılarak bunda kısmen başarılı olundu.
AKTİVİTENİN DAĞILIMI: ÜRETMEYEN TÜRKİYE
Türkiye’deki ekonomik aktivitenin uluslararası sermaye ile karşıtlık oluşturmaksızın rejimin ihtiyaçları doğrultusunda şekillenmesi ülkedeki gelir bölüşümünün emeğin aleyhine dönmesini beraberinde getirdi. Tarım ve sanayinin toplam ekonomideki payı düşürülürken, inşaat ve hizmet sektörü ekonominin ana dinamiği haline getirildi. (TÜİK tarafından açıklanan 2024 İşgücü İstatistikleri verilerine göre, Türkiye’de istihdam edilenlerin yüzde 14,8’i tarım, yüzde 20,7’si sanayi, yüzde 6,6’sı inşaat ve yüzde 57,9’u ise hizmet sektöründe istihdam ediliyor). Türkiye ekonomisi “üretemezken”, emekçilerin sendikalaşmasının önüne yasal engeller konarak, grev ve toplu sözleşme hakları engellenerek sermaye kesimi emek ücretlerinin tek belirleyeni haline getirildi.
ENFLASYON YOKSULLAŞTIRDI
Türkiye İstatistik Kurumu’nun tartışmalı enflasyon verileriyle halk sistemli şekilde yoksullaştırıldı. DİSK-AR araştırmasına göre, 2003 yılına göre genel fiyatlar yaklaşık 32 kat artarken, gıda fiyatları 43,7 kat arttı. En düşük yüzde 20’lik gelir grubu toplam gelirin yüzde 6,3’ünü alırken, bu grubun harcamaları içinde gıdanın payı yüzde 30,6’a ulaşmış durumda.
YOKSULLUK SINIRI 89 BİN LİRAYA YÜKSELDİ
BİSAM’ın açlık ve yoksulluk sınırı raporuna göre ise, gıda, barınma ve minimum sosyal ihtiyaçlar karşılandığında Türkiye’de 4 kişilik bir aile için yoksulluk sınırı 89 bin lira seviyesine yükseldi.
BARINMA LÜKS HALİNE GELDİ
Konut sahibi olmak adeta hayal haline gelirken, kirada oturanlar için birikim yapma şansı kalmadı. Endeksa verilerine göre 100 metrekare bir konutun Türkiye ortalaması 3,38 milyon TL’ye ulaşmış durumda. Türkiye’de 100 metrekarelik kiralık konutun ortalama fiyatı 22.500 TL’ye ulaşırken bu rakam İstanbul’da 32.400 TL, İzmir’de 27.400, Ankara’da ise 24.300 TL seviyesinde.
KAMU EMEKÇİLERİ NE İSTİYOR, İKTİDAR NE DAYATIYOR?
Mızrağın çuvala sığmadığı bu tabloda iktidar, kamu emekçilerinin insanca ücret taleplerini “enflasyonla mücadele” kapsamında kulak arkası ediyor. En son açıklanan Temmuz 2025 Merkezi Bütçe gerçekleşme sonuçlarına göre bile, personel giderlerinin bütçe giderleri içindeki payının geçen yılın aynı ayına göre yüzde 29,7’den yüzde 28,75’e düştüğü görülüyor. Yanlış ekonomi politikalarıyla birlikte toplam bütçe giderlerine oranı yüzde 12’ye kadar ulaşan faiz giderlerinin faturası emekçinin cebinden kesiliyor. Hiçbir zaman tutturulamayan “enflasyon hedefi” kılıfı altında emekçiye dayatılan 2026’nın ilk yarısı için yüzde 11, ikinci yarısı için yüzde 7’lik zam oranı hayatın gerçeğiyle bağdaşmıyor. Kira yardımı, ücretsiz kreş hakkı, 3600 ek gösterge ve ikramiye talepleri de iktidar tarafından dikkate alınmazken, grev ve gerçek toplu sözleşme hakkının da önü kesiliyor. Emek örgütleri grev hakkının anayasal güvence altına alınması, iş güvencesi, mülakatın kaldırılması, vergide adalet, 4688 sayılı yasanın değişmesi, kamu emekçilerine ek gösterge ve tüm kamu emekçilerinin en az yoksulluk sınırının üzerinde ücret almasını talep ediyor.
HAKEM HEYETİ NE YAPACAK?
4688 sayılı kamu görevlileri sendikaları ve toplu sözleşme kanunu uyarınca her sene olduğu gibi bu sene de yetkili sendika ile iktidarın uzlaşamadığı noktada devreye hakem heyeti girecek ve büyük oranda iktidarın istediği rakam üzerinde toplu sözleşme süreci sonlandırılacak. Yıllarca sınıf sendikacılığı yerine uzlaşmacı sendikacılığı işin merkezine koyan ve iktidar tarafından desteklenen “yetkili sendika” ise cılız itirazların ardından bir kez daha süreci iktidar lehine kabullenecek.
ÇÖZÜM NE?
İktidarının temelini sermayenin ihtiyaçlarının belirlediği AKP’de emek haklarının geliştirilmesine yönelik herhangi bir adım da, umut da gözükmüyor. Emeğin hakkını aldığı bir örgütlenme ve mücadele biçiminin geliştirilmesi hiç olmadığı kadar hayati bir öneme sahip olarak önümüzde duruyor. Emekçilerin siyasi ve ekonomik taleplerinin baskıcı politikalarla sindirilmeye çalışıldığı günümüzde tek seçenek emekçilerin Türkiye’yi kendi elleriyle yeniden kurma iradesini göstermesinden geçiyor.


