Google Play Store
App Store

Türkiye’nin ilk "İklim Kanunu", doğayı değil sermayeyi gözetiyor. Şirketlerin çevre tahribatı yaratan kirli uygulamalarının meşrulaştırmasına kapı açıyor.

Türkiye'nin ilk İklim Kanunu: Sermayeye kirletme ve tahribat hakkı

Batuhan Sarıcan - Çevre Gazetecisi

AKP tarafından meclise sunulan Türkiye’nin ilk “İklim Kanunu” teklifi, TBMM Genel Kurulu tarafından kabul edilerek yasalaştı.

Yıllardır beklediğimiz bu kanun, sera gazı emisyonlarının azaltılması ve iklim değişikliğine uyum faaliyetlerini “kâğıt üzerinde” kapsamasına karşın asıl odak noktasının sermayenin çıkarları olması açısından hayal kırıklığı yaratıyor.

Kanunda "Birincil piyasa", "Denkleştirme", "Emisyon Ticaret Sistemi (ETS)", "Gömülü sera gazı emisyonları" ve "Gönüllü karbon piyasaları" gibi ticari faaliyetlerin meşrulaştırılmasına işaret eden ifadeler dikkat çekiyor.

Kanunda dikkat çeken ve üzerinde tartışacağımız kısımlar ise şunlar:

■ İklim Değişikliği Başkanlığı tarafından Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) kurulacak.

■ İklim Değişikliği Başkanlığı, sera gazı emisyonlarına neden olan faaliyetleri yürüten işletmelere, belli şartları sağlaması karşılığında "sera gazı emisyon izni" verecek.

■ Mevzuata ve planlama araçlarına ilişkin hazırlama ve uyarlama yükümlülükleri bulunan kurum ve kuruluşlar, en geç 31 Aralık 2027’ye kadar bunları yerine getirecek.

■ Her ilde İl İklim Değişikliği Koordinasyon Kurulu oluşturulacak, bunlar valiliğe bağlı olacak.

■ İklim Kanunu çerçevesinde Karbon Piyasası Kurulu kurulacak: Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı başkanlığında toplanacak olan bu kurulda Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı”, “Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı”, “Hazine ve Maliye Bakanlığı”, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı”, “Ticaret Bakanlığı”, “Tarım ve Orman Bakanlığı”, “Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı” birer bakan yardımcısı ile temsil edilecek. Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkan Yardımcısı, Sermaye Piyasası Kurulu Başkanı, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu Başkanı ve İklim Değişikliği Başkanı da bu kurulda yer alacak. Diğer kamu kurum ve kuruluşları, sivil toplum kuruluşları (STK), meslek kuruluşları, üniversite ve özel sektör temsilcileri toplantılara davet edilebilecek.

■ Sera gazı emisyonu raporunu belli süre içinde sunmayan işletmelere, en az 500.000 TL olmak üzere 5.000.000 TL’ye kadar idari para cezası verilecek. Ozon tabakasını incelten maddeleri sınırlandırma dışında kullanan, ithal eden, ticaretini yapan ve piyasaya arz edenlere 2,5 milyon Türk lirası para cezası verilecek.

KANUNDAKİ EKSİKLİKLER VE DİPSİZ KUYULAR

Bunlara dayanarak kanunda ilk aşamada görülen eksiklikler şöyle:

■ İklim Kanunu adı altında yasalaşan bir kanunda, fosil yakıtlardan kesin çıkış planı yer alması ve tüm düzenlemelerin bu çerçevede yapılması (bu kapıya çıkması), işletmeler için fosil yakıt kullanımının caydırıcı olması gerekir. Buna karşın netlik yok; fosil yakıtlardan çıkış ve uyum politikaları odakta değil, caydırıcı hiç değil.

■ Kanunun alametifarikası olan ETS kapsamında elde edilecek gelirlerin, iklim değişikliği ve çevre tahribatından etkilenen kesimlerin yararına kullanımı; sosyal adalete uygun dağıtımı söz konusu değil.

■ Kanun belirlenirken çevreden daha çok ticari saiklerin ele alındığı görülüyor. Çevreyi kirletmeyi meşrulaştırma olasılığı taşıyan kanun, kirletme hakkını satın alma, kaba tabirle "parası/cezası neyse öderiz," kolaycılığına kapı açıyor.

■ Bağımsız bir denetim mekanizması olacağı da şüpheli. Bu da uygulanabilirlik ve şeffaf denetim konusunda soru işaretleri yaratıyor.

■ İklim değişikliğinin de etkisiyle “su fakiri” olma yolunda ilerleyen ve yine iklim krizinin de etkisiyle çiftçisi emekçisi “kan ağlayan” Türkiye’de su kaynaklarının ve tarımsal üretiminin korunması adına kanuni kapsam zayıf. Hakeza halk sağlığı... Önüne iklimi alan bir kanun, sermayeyi öncelememeli; daha ziyade ekosistemlerin korunmasını, tarım ve halk sağlığını bir bütün olarak ele almayı ve korumayı amaçlamalı.

■ İklim Kanunu çerçevesinde kurulacak kurulda sivil toplum kuruluşları (STK), meslek kuruluşları, üniversite ve özel sektör temsilcileri için “toplantılara davet edilebilecek” ifadesi kullanılıyor. Ancak sadece "gerekli görüldüğü durumlarda" ve bu paydaşların oy hakkı olmaksızın... Katılımcılık nerede?

KRİTİK ÖNERİLERDE BULUNULMUŞTU

Kanun teklifi hazırlanırken biliminsanlarının ve iklim alanında çalışan STK’lerin görüşlerine “başvurulmadığını” savunan 15 STK’nin oluşturduğu İklim Ağı, geçtiğimiz aylarda TBMM’ye sunulan ilk İklim Kanunu teklifinin yeniden düzenlenmesini talep etmişti.

“Hem doğayı hem insanları hem de iklimi koruyan” bir yaklaşım için İklim Ağı şu temel önerilerde bulunmuştu:

“Şeffaf, sivil toplumu sürece dahil eden ve hesap verebilir, sera gazı emisyonlarını bugünden itibaren azaltmayı hedefleyen, fosil yakıtları yerin altında bırakan, biyolojik çeşitliliği ve doğal sistemleri koruyan ve adil geçiş mekanizması oluşturan bir İklim Kanunu talep ediyoruz.”

Tabii ki böyle olmadı. WWF: Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı), Yeşil Düşünce Derneği, Greenpeace Türkiye, Avrupa İklim Eylem Ağı (CAN Europe), Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği, Mekânda Adalet Derneği (MAD), Doğa Derneği ve 350 Türkiye gibi imzacıların bulunduğu STK’ler, İklim Kanunu’nun nasıl olması gerektiği konusunda fikir beyan ederek, yasada olması gerekenler hakkında şunlara da işaret etmişti:

■ Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2021’de açıkladığı 2053 yılına yönelik bir net sıfır hedefi, kanunda yer almalı ve uyumlu bir dönüşümün sınırları çizilmeli.

■ 2053’te net sıfıra ulaşmak için 2030’da en az %35 emisyon azaltımı hedeflenmeli.

■ İklim Politika Kurulu ve Bağımsız Bilimsel Danışma Kurulu kurulmalı.

■ İklim adaleti perspektifinde adil geçiş mekanizması kurulmalı.

SERMAYENİN ÇIKARINA…

Tüm bunları bir araya getirdiğimizde Türkiye’nin ilk İklim Kanunu’nun çevre örgütleri, STK’ler, yerel yönetim ile topluluklar ve hür biliminsanlarıyla birlikte hazırlanan, sorgulanmaya açık bir teklif olmadığını görüyoruz. Kanunun söz konusu paydaşlarla şekillendirilmeyeceği, katılımcı olmayacağı da anlaşılıyor.

Kanun, “fosil yakıtlardan net çıkış” adına kararlı adımlara yönlendirmek yerine Emisyon Ticaret Sistemi gibi kaçış yollarına odaklanıp, sermayenin “kirletme ve tahrip etme” hakkını satın alarak ekosistemleri hiçe saymasına kapı açıyor; “sektörel ihtiyaçları” gözeterek sermayenin çıkarlarına hizmet ediyor.

Bu da bize Joel Kovel’in yazdığı Doğanın Düşmanı: Kapitalizmin Sonu mu, Dünyanın Sonu mu? eserindeki şu ifadeleri hatırlatıyor:

“Sermayenin canlı bir varlık olmadığı malum. Sermaye daha ziyade insanların vücutlarını ele geçiren, onları ekolojik bütünlüğe zarar vermeye zorlayan, kendi kendine çoğalan yapılar geliştiren ve dev kuvvet alanını kutuplaştıran kanser yapıcı bir virüsün başlattığı türden ilişkilere benzer. Ekosistemleri, sermaye gibi yaşayan insanlar –sermayenin kişileşmiş halleri haline gelmiş olan insanlar– tahrip eder.”