Türkiye’nin “yeni kamu”su, sosyal yardımlar ve sosyal devlet
Yeni liberalizmi gizleyen “yeni kamu” temelinde, sosyal devleti, sosyal yardım ve hizmetlere indirgemekle sosyal politikaların üst üste koyulmuş bir toplamı olarak değerlendirmek şeklinde iki eksik ve tehlikeli eğilim başgösterdi.
Dr. Denizcan KUTLU
Yeni liberal dönüşüm, devleti, sosyal politikanın kimi alanlarında yeniden inşa etti. Yoksulluğu merkezine alan sosyal politika anlayışının temel aracı olan sosyal yardımlar, klasik liberalizm koşullarında Yoksul Yasaları; 200 yıl sonra, yeni liberalizmin hâkimiyeti altında ise, Yoksulluğu Azaltma Stratejileri temelinde hegemonik bir hal aldı. Yeni liberalizm, kendi “yoksul yasaları”nı, yine en yoksullara ve çalıştırmak için en elverişsiz olarak ilan ettiği en muhtaçlara yardım ederek yaptı. Tarih tekrar mı ediyordu? Yoksul Yasaları, dramatik sonuçlarıyla adeta bir trajediydi. Andover Çalışma Evine kapatılan açlıktan gözü dönmüş düşkünlerin at kemiklerinden ilik emdikleri ve kıkırdak kemirdikleri belgelendiğinde, bu bir skandal olarak patlamış; bu gibi nedenlerle Engels, yoksulların kapatılarak yardım karşılığı zorla çalıştırıldığı bu kurumları Yoksullara Yardım Bastille’i olarak nitelendirmişti. Dickens ise, Oliwer Twist’i Çalışma Evinin korkunç koşulları içinde emir altında yemek dilenirken tasvir etmiş, Çalışma Evlerini hicveden karikatürler de yardımın ve zorla işçileştirmenin katı otoriter yapısını bir sefalet tablosuyla birlikte gözler önüne sermişti.
Küresel kapitalizmin yoksul yardımı uygulamaları ise küresel yoksulluk ve eşitsizliğin en şiddetli biçimlerinin görüldüğü koşullarda yaşama geçti. Kapitalizmin krizi ve üretimin küresel ölçekte örgütlenmesine dönük dinamikler, sosyal yardımların, yer yer sosyal sigortacılığın önüne geçen temel bir politika aracı olarak öne çıktığı coğrafyalarda, yeni liberal kalkınma gündemini ve yapısal uyum programlarını da birleştirerek harekete geçirdi. Yoksullara yardım programlarının geliştirilmesi, sermaye ve küresel sosyal politika aktörleri aracılığıyla hükümetlere yapılan basıncın da bir ürünü olarak ortaya çıktı. Küresel kapitalizmin ulusal hükümetleri, önlerinde bir nevi hazır buldukları IMF ve Dünya Bankası merkezli bu politika setini uygulamakta tereddüt etmediler; zira isteyerek benimsedikleri bir zorunluluktu adeta bu. Yeni liberal reçete, işgücü piyasası ve ücretleri bir müdahalesizlik alanı olarak ilan etmişti. Hal böyle olunca, kamunun üretim noktasına dönük müdahaleci işlevlerini en az içeren politika aracı olarak sosyal yardımlar, yaklaşık 100-150 yıllık bir evrimle sosyal güvenlik sisteminde itildiği tamamlayıcı konumundan çıktı.
Adlı adınca, Cahit Talas Hocamızın özlü bir biçimde belirlediği üzere, kişi ve haneyi her şeyden önce bir parçası olduğu sınıf temelinde koruyan çağdaş sosyal politika anlayışından köklü bir kopuş, hatta geriye gidişti bu yaşanan. Çalışma Evleri tarihe karışmıştı; ama en kötü koşullara razı ederek çalıştırmaya dayalı refah (workfare) ve sosyal yardımlar, kitlesel mülksüzleşme ve işçileşme çağının ana sosyal politika yönelimi; sayısı giderek genişleyen işsiz ve çalışan yoksulların geçim dünyasınınsa asli bir unsuru halini aldı. Yoksulluk, tarihte bir kez daha, emek gücünün ve pazarın kamu örgütlenmesi aracılığıyla düzenlenmesinde merkezî bir yer edinmiş oldu. Yazının başlığında söz ettiğimiz “yeni kamu” böyle doğdu.
Türkiye’nin AKP iktidarları altındaki yeni liberalizmi de devleti (kamu), sosyal yardımlar ve hizmetler alanında büyüttü. Bugün artık, Türkiye toplumunun azımsanmayacak bir bölümünün maddi yaşam koşulları sosyal yardımlarla düzenlenmekte. Sosyal yardımlar, siyaseten tercih edilen bir politika aracı olduğu kadar, yeni liberal dönüşümün de zorunlu bir getirisi konumunda. Metalaşma son derece yaygınlaştı. Özellikle tarımın ve kendi hesabına çalışmanın çözülüşü temelinde mülksüzleşme ve işçileşme süreçleri toplumun temel bir iktisadi gerçekliği oldu. Güvencesiz ve düzensiz işlerde düşük ücretli çalışma ve dolayısıyla çalışan ve işsiz yoksulluğu yaygınlaştı. Hanehalkları, ihtiyaçlarını karşılayamadıkları bir gelir ve geçim düzeyi içerisine itildi. Bu yapı temelinde, hanehalkları açısından nakit açığı, bir tür yaşam ve geçim kalıbına dönüştü ve sosyal yardım almanın görünürdeki nedeni halini aldı. Sosyal yardımların telafi edici niteliği sınırlı kalsa da özellikle uzun süreli yararlanıcılarda alışkanlık, hatta maddi ve psikolojik bağımlılık gibi olgulara da rastlanır oldu. Yardım, bu tür kişi ve haneler açısından, mutlaka alması gereken bir gelir aktarımı türüne dönüştü. Sosyal yardımlar aracılığıyla geçim örüntüsü, önümüze hiç de azımsanmayacak ve giderek gençleşen ve büyüyen bir kesimi artık aldığı ya da alacağı yardımdan ayrıştıramayacağımız bir Türkiye tablosu koydu. Ayrıca bu tablo, sosyal yardım programlarının, yararlanıcısı sayısının, harcamalarının arttığı, kurumsal kapasitenin genişlediği bir diğer gerçeklikle bütünleşti. Ancak asgari bir geçim düzeyi yaratabilecek sosyal yardım ve hizmetlerin hegemonyası bir “yeni kamu” olarak ortaya çıktı. Bu yeni kamuyu, sosyal devletin temel özellikleri bakımından sorgulayabiliriz.
Yeni liberalizmi gizleyen “yeni kamu” temelinde, sosyal devleti, sosyal yardım ve hizmetlere indirgemekle sosyal politikaların üst üste koyulmuş bir toplamı olarak değerlendirmek şeklinde iki eksik ve tehlikeli eğilim baş gösterdi. Oysa, sermayenin ve piyasanın tahribatlarıyla ekonomik ve sosyal yönden güçsüz ve zayıf duruma düşen geniş emekçi yığınların maddi yaşam koşullarının düzeltilmesinde kamunun rolü ve giderek sosyal devletin oluşumu, sosyal politikaların üst üste koyulmasının ötesindeki bir olgudur. Sosyal devlet, evet, sosyal politikaları temel alır; ama bir “aritmetik toplam”ın ötesinde, koruma/geliştirme, eşitlik, sekülerleşme/demokratikleşme gibi köşe taşı kavramlarla açıklanabilecek boyutlara da sahiptir. Bağımlı statü altında çalışanların hukuk kuralları yoluyla korunmasıyla başlayan çağdaş sosyal politika, giderek bir sınıfın sosyal ve kültürel gelişme düzeyini belirler ve kapsar hale gelmiştir. Sosyal politika ve sosyal devlet, kamunun idare ve müdahale tarzının sosyal eşitlik amaçları doğrultusunda biçimlenmesini temel almıştır. Sosyal politikalar söz konusu olduğunda koruma, geliştirme ve eşitlik, toplumun ve kamunun gündemine seküler bir içerikle dahil olmuş ve sosyal devlet, demokratik ve katılımcı esaslar doğrultusunda yapılanmıştır.
Bu çerçevede, sosyal devlet, AKP’nin yeni liberal Türkiye’sinde “yeni kamu” olarak öne çıkan boyutların tersi yönde, kapitalizmin sömürü ve meta ilişkilerini sınırlandıran, piyasa dışı alanlar yaratan, sendikacılığı ve toplu iş ilişkilerini güçlendiren ve özünde sosyal eşitliği merkezine alan bir kamu örgütlenmesi ve müdahalesini esas almakta; bağımlı çalışanların ve yoksulların, güçsüz ve zayıf kesimlerle özel olarak korunması gereken, özel politika gerektiren grupların ihtiyaç ve taleplerine, sınıfsal korumalar, sosyal haklar ve sosyal eşitlik perspektifiyle cevap vermektedir. “Yeni kamu”, sosyal devletin sosyal eşitlik perspektifine dayanan tarihsel gelişim özellikleriyle temelde uyumsuz bir nitelik sergiledi. O nedenle ağırlıklı olarak sosyal yardımlar bakımından tarif ettiğimiz bu yeni liberal “yeni kamu”yu, bu araçların üst üste koyulmasıyla vücut bulan, ilkel, temelsiz ve sürdürülemez bir kurumsallık olarak ele almak gerekir. Türkiye, ekonomik ve sosyal yönden gerçek özellikleriyle uyumlu, ona yanıt verecek bir sosyal devlet olma yolunda önemli adımlar mı atacaktır? Yoksa, koruma/geliştirme, eşitlik, sekülerleşme/demokratikleşme nitelikleri son derece sınırlı bu “yeni kamu”yla mı yetinecektir? Temel soru budur.