Türkiye’de siyaset açısından ilkler yılı
"Yerel seçim zaferiyle gelen umut, muhalefetin siyasal iletişimdeki eksiklikleri ve iktidarın gündem mühendisliğiyle yerini belirsizliğe bıraktı. Rejim, anayasal düzenlemelerle yeniden adaylık ve iktidarı sürekli kılma hedefinde ilerlerken muhalefetin bu hattı bozacak stratejiler geliştirmekten, başka çaresi yok."

Suat ÖZÇELEBİ
Siyasal İletişim Danışmanı / SİTA Politik Danışmanlık Genel Müdürü
Seçimler ve siyasi partilerdeki olağanüstü politika tercihlerindeki değişiklikler, 2024 yılında Türkiye’de siyasette birçok ilke imza atılmasına yol açtı. Türkiye’de 2024’ün en önemli olayı 31 Mart yerel seçimlerinde AKP’nin bir seçimde ilk kez ikinci parti olması, CHP’nin yeni genel başkanıyla Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a karşı seçim kazanmasıydı. CHP uzun yıllardan sonra ilk kez %30’ları aştı ve %37,8 oy alarak Türkiye genelinde yerel seçimlerde birinci parti olarak %25’lik cam tavanı kırdı.
22 yıl sonra gelinen bu noktada bu sonuçlar için en önemli sebeplerin başında dört unsur öne çıktı: İktidarın ekonomi politikaları konusundaki büyük başarısızlığı; halkın CHP’nin Büyükşehirlerde yerel yönetim performansına pozitif bakmasına yol açan “sosyal belediyecilik” uygulamalarının başarısı; 2023 seçimleri sürecinde CHP’ye yönelik muhafazakar tabanda helalleşme gibi çabalarla oluşturulan “oy verilebilir aday/parti” algısının belli bir düzeyde karşılık yaratması ve CHP’de ortaya çıkan değişim algısının seçmeni sandığa gitmekte ikna etmesi. Ayrıca uzun zamandır yerel seçimlerin Türkiye’de halk tarafından iktidara mesaj vermenin bir aracı ve fırsatı gibi görüldüğünü de unutmamak gerekir.
Ancak CHP lideri Özgür Özel, büyük seçim zaferi sonrası AKP’deki gerilemeyi ve şoku bir fırsat olarak görmedi. Hatta “erken seçim” talebini bir kenara bırakıp, AKP’nin tabanına yönelik “normalleşme” adıyla, AKP’nin de toparlanması yol açacak, aslında kutuplaşmayı kırmaya, aradaki gerilimi kaldırmaya yönelik siyasal iletişim atağına girişti. İktidarın “yumuşama” olarak gördüğü bu adımlar hem toparlanmasına hem de zaman kazanmasına yardımcı olurken seçmen büyük oranda güvenli liman olarak CHP’yi görmedi, “kararsızlar” olarak nitelenebilecek %30’ları aşan büyük bir kitle oluştu. Ayrıca CHP içinde oluşan parçalı tartışma zemini, Özel’in muhafazakar seçmeni kazanmak için izlediği politikayı, Cumhurbaşkanına ödün veren, otoriterleşen rejimin özgürlükleri kısıtlayan, adaleti ortadan kaldıran politikalarına kredi açmak biçiminde algılayan ciddi, huzursuz bir partili kitle oluşmasına yol açtı.

Son dönemde iktidarın Suriye’deki rejim değişikliğindeki payını bir başarı hikâyesine dönüştürmesi ile kendisini yeniden “asıl adres” olarak pazarlama çabaları arttı. Asgari ücretin iktidar tarafından %30’luk artışla açlık sınırının bile altında belirlenmesi, iktidar tarafında beklenen artışı frenleyecek gibi görünse de bu yöndeki siyasal iletişim ve propaganda çalışmalarına hız verecek, iktidarın elinde adeta bir kaldıraç işlevi görebilecek “Kürt sorunu/Terör Sorunu”nu çözme çabası gibi güçlü bir argüman daha var.
Bu kaldıracın zeminini de MHP lideri Devlet Bahçeli hazırladı. Türkiye’nin kadim problemi “Kürt sorunu” konusunda, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin TBMM kürsüsünden terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’a ve kamuoyuna yönelik çağrısı, bir anda gündemin ana başlığına dönüştü. ‘Terör örgütü liderini’ tüm seçim kampanyalarında iktidar partisi ile birlikte muhalefetle işbirliği halinde gösteren hatta açıkça “onlar iktidara gelirlerse Abdullah Öcalan’ı” serbest bırakacaklar diye propaganda yapan, bir dönem iktidara asması için “urgan” atan partinin lideri, şimdi salıverilmesi için “umut hakkı” dahil her şeyi konuşabileceklerini vurguladığı bir noktaya taşıdı. Bu durum aynı zamanda Cumhur ittifakı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yeniden adaylaşma ve ülkeyi istediği tarihte, TBMM’yi de araçsallaştırarak erken seçime götürme sürecine hizmet edecek, siyasal iletişim atakları yapabileceği, gündem mühendisliğine çok uygun bir zemin yarattı. Özellikle DEM Heyeti’nin İmralı ziyaretinden sonra yapılan açıklama, terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın yeniden bir “pazarlık/açılım” sürecinde Cumhur İttifakı kanalıyla devletten uzatılan eli tutabileceğini gösteriyor.
Türkiye’nin gündemini ve siyaseti ilgilendiren üçüncü başlık ise Suriye İç Savaşı’nın, devlet başkanı Beşar Esad’ın devrilmesiyle başka bir evreye, etkilerinin Türkiye’ye doğrudan geçmesi oldu. Yaşananlar, iktidarın 12 yıldır süren ve en büyük başarısızlıklarından biri olan düzensiz göç ve sığınmacılar konusunda yeniden atağa kalktığı bir politik argümana dönüştü. Maliyeti yüksek, geleceği belirsiz olsa da yeni bir başarı öyküsü gibi iktidar tarafından bir siyasal iletişim malzemesine dönüştürülmeye çalışılıyor. Bazı siyasal figürlerin, yıpranmış hedeflerin Hakan Fidan, İbrahim Kalın gibi politik/bürokratik isimlerin daha çok parlatıldığı bir süreç bu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Cumhur ittifakı tüm gücüyle derin ekonomik krizi atlatmaya ve oluşan seçim yenilgisinin sonuçlarını ve parti örgütlerindeki moral bozukluğunu ortadan kaldırarak ülkeyi bir beş yıl daha yönetmeyi hedefliyor. Bunun için her türlü aracı üstünde kullanabileceği geniş ve bol şeritli bir “otoban” inşa ediyor. Otobanın temel stratejik hedefi net, adaylaşmak, uygun zamanda erken seçim. Mümkünse sonsuza kadar adaylaşacağı bir formül oluşturmak ve yine mümkünse bunu Anayasal düzeyde TBMM’de gerçekleştirmek. Öcalan açılımı, Kuzey Suriye’deki gelişmeler ve 20 Ocak’ta görevi devralacak olan ABD Başkanı Donald Trump’ın izleyeceği politik tercihler, Suriye’deki yeni rejim, Yeni Anayasa tartışmaları ve otobanın diğer tüm şeritleri… 2024 yılı boyunca bunun için uğraştı, 2025 ve sonrasında da bu otoban inşa sürecini sürdürecek. Anayasal devlet olmaktan uzaklaşmış Türkiye’de iktidar, muhalefeti hangi düzeyde olursa olsun %50+1 denklemini kuramayacak derecede parçalamak, paralize etmek istiyor. Elindeki büyük devlet gücü ve siyasal iletişim araçlarıyla, gittikçe otoriterleşen iktidara karşı Türkiye’de muhalefet, hakikatin önemsizleştiği, yalan siyasetinin egemenlik kurduğu bir zeminde siyaset yaptığını farketmiş görünmüyor. Evet, 2024 hafızaya bir başarı yılı gibi kaydedildi, ancak 2025’e girerken zaferden bu yana geçen zamanın bonkör biçimde harcandığını, muhalefet alışılmış bir eleştirellik sergilemenin, klasik araçların ötesine geçerek, aktif bir siyasal iletişimle seçmeni kavraması ve ihtiyaçlarına çare olabileceğini göstermesi gerekiyor. Toplumun büyük çoğunluğunun hiçbir siyasi parti ve liderini güvenilir bulmadığı bir ortamda, her zaman bit pazarına nur yağar.