Google Play Store
App Store

Tarımda üretici üretmeye, halk ise tüketmeye korkar hale geldi. Açıklanan rakamlar, tarımın ve halkın içinde olduğu büyük buhranı gözler önüne seriyor.

Türkiye’de tarımın ekonomik buhranı
Fotoğraf: AA

Batuhan SARICAN*

Çiftçinin, hayvancının ve her koldan emekçinin enflasyon çilesi bitmiyor. Tarımsal girdi maliyetlerinin sürekli artışı üreticilerin; gıda fiyatlarına dur durak bilmeden yapılan zamlar ise asgari ücrete mecbur edilen milyonlarca yurttaşın, tabağındaki ekmek kırıntılarına şükretmesi istenen emeklinin belini bükmeye devam ediyor!

Türkiye’de tarım, milleti açlığa sürükleyen büyük bir buhran içinde; bu savımızı destekleyebileceğimiz üç önemli gösterge var. Üstelik hepsi devletin açıkladığı verilere dayanıyor: Tarımsal Girdi Fiyat Endeksi (Tarım-GFE), Tarım Ürünleri Üretici Fiyat Endeksi (Tarım-ÜFE) ve Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE). Şimdi eldeki son veriler üzerinden duruma bakalım.

TÜİK geçtiğimiz haftalarda açıkladığı ve tarım/hayvancılık yapmak için gerekli olan yem ve gübre gibi girdilerdeki fiyat oynaklıklarını gösteren Tarım-GFE’de, önceki yılın aynı ayına göre %53,08 ve on iki aylık ortalamaya göre %41,12 artış görüldü.

Üreticinin üretip sattığı ürünlerin fiyatlarındaki artışa karşılık gelen Tarım-ÜFE’de ise Haziran 2024 verilerine göre, bir önceki yılın aynı ayına kıyasla %54,58 ve on iki aylık ortalamalara göre %61,49 artış söz konusu.

Bununla birlikte TÜİK tarafından Haziran 2024’te açıklanan TÜFE verisine göre, yıllık genel enflasyon %71,60 olarak gerçekleşti. Yani bu oran, Tarım-ÜFE’den yüksek çıktı. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü’nden Prof. Dr. Bülent Gülçubuk, bu oranlara göre çiftçinin ve üreticinin kazancının enflasyonun altında kaldığını söylüyor.

Tarımla ve hayvancılıkla uğraşmasa da temel insan hakkı olarak iyi beslenmek bir yana, karnını doyurmakta bile zorlanan milyonlarca yurttaşımız için de durumun ne kadar vahim olduğu açıkça görülüyor.

DAR GELİRLİNİN GIDA ENFLASYONU %84-108

TÜİK, Nisan 2024 döneminde gıda enflasyonunu %68,5 olarak açıklarken, Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Dairesi (DİSK-AR), dar gelirlinin gıda enflasyonunun %84-108 bandında olduğunu belirtiyor.

Verilerle ilgili genel bir değerlendirme yapan Gülçubuk, şunları söylüyor: “Tarımsal destekleme politikalarının çiftçi beklentilerini karşılayamaması, yüksek girdi maliyetleri, üretim planlamasının tam olarak devreye girmemesi, tüketicinin azalan alım gücü, sürekli ithalat politikasına başvurulması, yüksek enflasyon, risk yönetiminin eksik olması, vb. birçok sonuç vermeyen makro ve tarım politikaları nedeniyle Türkiye tarımda sürekli patinaj yapıyor ve hatta yer yer geriye gidiyor.”

Prof. Dr. Bülent Gülçubuk: “Çiftçi üretip üretmemek arasında, tüketici de tüketmek ile tüketmemek arasında gidip geliyor.” Türkiye’nin dünyada gıda enflasyonu en yüksek ilk 5 ülke arasında (OECD ülkeleri arasında ise ilk sırada) yer aldığını hatırlatan Gülçubuk, durumun hem üretici hem de tüketici açısından bir sorun olduğunu belirtiyor ve ekliyor: “Geliri yaşam maliyetini karşılamayan çiftçi açısından koşullar giderek daha da zorlaşıyor. Borç-kredi-enflasyon arasına sıkışan çiftçi bugün ile gelecek arasında pamuk ipliğine bağlı. Tüketici ise giderek azalan alım gücü karşısında yüksek tarım-gıda fiyatları nedeniyle sağlıklı ve kaliteli beslenmeden, gıda temininden uzaklaşıyor, gelirinin daha fazla bir kısmını gıdaya ayırıyor ve refah toplumundan uzaklaşıyor. Çiftçi üretip üretmemek arasında, tüketici de tüketmek ile tüketmemek arasında gidip geliyor. Bu durum gıda güvenliği, gıda güvencesi ve gıda egemenliği açısından adeta bir beka sorunu olarak ortada duruyor. Artık insanlar ne yesem de sağlıklı beslensem noktasında değil, ne yesem de karnımı doyursam noktasındadır. Ama karın da doymuyor.”

EKMEK YEDİĞİ SOFRAYA BIÇAK SOKANLAR

Aslında ülkemizde tarımın, genel enflasyondan en fazla etkilenen alanların başında gelerek büyük bir buhran içine girmesinin temel bir nedeni var; neoliberal tarım politikalarıyla kırılgan hale getirilmesi… Yani mesele 3-5 yıllık bir mesele değil.

Üretimin, 1980’lerden bugüne gübresinden tohumuna dışa bağımlı, dolayısıyla fiyatların kontrol edilemez hale getirilmesi; bununla birlikte çokuluslu şirketlerin tektip (monokültürel) üretime dayalı egemenliği devlet eliyle desteklenirken küçük çiftçi ve üreticilerin yalnız bırakılarak toprağa küstürülmesi; “daha iyi bir hayat” vaadiyle kırdan kente göç etmeye zorlanmasıyla büyük kentlerde işsizliğe ve açlığa sürüklenmesi, işleyenin uzaklaşmasıyla tarım toprakların çoraklaşması ve tarımın kapitalizmin eline bırakılması, Türkiye’de tarımın kırılganlığını oluşturan temeller olarak gösterilebilir.

Bu noktada memleketin toprağını da insanını da iyi tanıyan Yaşar Kemal’in, köylüyü toprağından ederek kentlerde kendi fasarya düzenine mecbur eden burjuvazi için söylediklerini aktarmakta da yarar var: “Topraklar gidiyor, gitti bile. Bir karış toprak için canlarını vermeye ant içen kahramanlar, neredesiniz? Toptan Türkiye ölüyor, neredesiniz yiğitlerim! Geri kalmış memleketin burjuvazisi, artık iyice biliniyor ki, ekmek yediği sofraya bıçak sokandır. Geri kalmış memleketlerin yüreğine saplanmış bir ihanet hançeridir” (Ustadır Arı, YKY, s. 57).

ÇÖZÜM NE?

Zamanında ekmek yediği sofraya bıçak sokanlara sesini çıkarmayan halk, bugün bu hançeri nihayet şahdamarında hissettiği için sesini çıkarmaya başladı. Geç mi geç ama çözüm var. Karnını doyurmak için yiyen değil, iyi beslenen ve insanca yaşayan bir halk için çözüm, tarımın canlandırılmasından ve %1’lik zengin kesimin değil, kırsalın ve emekçinin kalkındırılmasından geçiyor.

Bu noktada tarım ve kalkınma konusunda çalışan aklıselim biliminsanlarına kulak vermek ve onların çizdiği yolları yönetici erkten talep etmek gerekiyor. Sözgelimi tarım ekonomisine yıllarını veren Gülçubuk, ilk adımdaki çözüm önerilerini şu şekilde sıralıyor, bize de bu önerilere kulak verip uygulanmasını ve hatta daha fazlasını talep etmek düşüyor:

“Uygulanması gereken politikada; bütüncül bir üretim planlamasına gidilmesi, girdi maliyetlerinin düşürülmesi, çiftçi borçlarının yapılandırılması, çiftçi örgütlerinin aktif olması ve dayanışma-işbirliği içinde desteklenmesi, şirket tarımı yerine topluluk temelli uygulamalara ağırlık verilmesi, taban fiyat belirlemesinde girdi enflasyonu - çiftçi refahı dengesinin gözetilmesi, herkesin alım gücünün iyileştirilmesi, palyatif çözümler yerine toplum odaklı - doğa duyarlı kalıcı yaklaşımların devreye sokulması gerekir.”

*Gazeteci