Küresel bir olgu olarak sosyal refahın sağlanmasının kamu-dışılaştırılması ve hayırseverlik, özel sosyal yardım kuruluşlarının faaliyetlerini artırdı. Özel sektörün de dahil olduğu ve bir tür sosyal yardım yönetişimini çağrıştıran bu eğilim AKP’li yıllarda hiç olmadığı kadar güçlendi.

Türkiye’nin sosyal yardım reformunun öncelikli alanları

Dr. Denizcan Kutlu

Türkiye’nin köklü bir sosyal politika ve bu bağlamda sosyal yardım reforumuna ihtiyacı vardır. Peki bu reformun alanları neler olabilir? Bu yazı, ilk planda öne çıkabilecek kimi sorunlu yönlerin belirlenmesi temelinde olası bir reformun farklı alanlarına işaret etmeye çalışıyor.

Hak niteliği

Sosyal yardımlar, nüfusun giderek daha geniş kesimlerinin devletin sosyal koluyla kurduğu en önemli ve belki de tek ilişki halini almakta.

Bu ilişkide devletin edimlerinin, bir “kişi” ve parti faaliyeti olarak mı algılanacağı yoksa sosyal devlet olmanın gereği Anayasal ve yasal yükümlülükler olarak mı deneyimleneceği önemli bir ikilem olarak karşımızda duruyor. Merkezî ya da yerel yönetimler için, “Ya öbürü yapmazsa” kaygısı son derece yaygın. Sosyal yardım hakkına ilişkin Anayasa’da açık bir hüküm getirilmemiş olması, sosyal yardım programlarını düzenleyen bağımsız bir yasanın olmaması, kimi programların yasayla kimilerinin ise yönetmelik, genelge, kılavuz, vb biçimlerde düzenlenmesi, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının Mütevelli Heyetleri’nin takdir yetkisi, Vakıflarda görev yapan meslek elemanlarının kişisel inisiyatiflerine açık bir yapı olması, uygulama birliğini bozan durumların varlığı, yasal boşluklar, dava edilebilirliğe ilişkin bilgi eksiklikleri, yargı kararlarının olmayışı gibi sosyal yardımların hak niteliğini eksikli ve sakat kılan ve bu ikilemi besleyen teknik ve kurumsal boyutlar mevcut. Diğer yandan, beyan edilen yoksulluğun ispatlanmasına dayanan onur kırıcı ihtiyaç tespiti süreçlerinin yanı sıra yararın içeriğine ilişkin temsil ve pazarlık ilişkilerinin hiçbir biçimde olmaması da yurttaşlığı tahrip eden yönler arasında. Bu nedenle, sosyal yardımların hak yaratıcı niteliğinin eksikli ve sakat yanlarının giderilmesi ve bir sosyal yurttaşlık hakkı olarak sunulması için çaba harcamak, en azından bunu düşünmek önemli.

Çünkü sosyal yardımların Anayasal ve yasal temelleri var; iki temel yasa (3294 ve 2022) ve geniş bir mevzuat var. 

Çalıştırmacı eğilimler

Sosyal yardımlarla, yardım kurumlarının yoksulları çalıştırmaya dönük eğilimleri iç içe geçmiş durumda. Sosyal yardım alma mecburiyetinin gerisinde ağırlıklı olarak ücret ilişkisi ve işgücü piyasasıyla bağlantılı nedenler var. Ancak yoksulluk tespitinde çalıştırmacı eğilimlerin öne çıkması, istihdam ve yoksulluk arasındaki kısırdöngüyü beslemekte.

Türkiye’de sosyal yardım politikalarına yön veren yaklaşımın, yoksulları ihtiyaç ve dolayısıyla hak sahibi yurttaşlar değil, yoksulluğunu ispat etme ve çalışma zorunluluğu olan potansiyel yardım bağımlısı tembeller olarak kavradığını söylemek mümkün. Yoksulluğun, işçilik biçimi köküne kör bu arkaik yaklaşımın çağrısı da şu: “Çalışmalısın, çalışabilecek durumdasın, iş bul ve çalış.” Oysa ki, sosyal yardım alma ve bunu sürdürme, kendilerini işçileştirerek aynı anda hem düşük ücrete, güvencesiz ve sağlıksız çalışma koşullarına hem de yoksulluğa ve dolayısıyla yardıma mahkûm eden koşullar karşısında bir tür direnme eğilimi olarak kavranamaz mı? Kaldı ki, yardım miktarları nedeniyle neredeyse imkânsız olsa da çalışmaktan imtina edilse dahi, böylesi bir çalışma yaşamına katılmak istenmemesinden daha anlaşılır ne olabilir?

Temel bir hak ediş ölçütü olarak sosyal sigorta yoklamasının kayıt dışı çalışmaya, yani sosyal güvencesizliğe iten kısmi etkilerini de unutmamalı. Öte yandan sosyal yardım başvurusunda bulunanların ya da yardım alanların istihdamına dönük süreçlerde de belirgin başarılardan söz edilemez. Bu konuda, sosyal yardım alan sayısını azaltacak ölçüde gelişmelerin olduğu, çalışmaların uygulama birliği sağlanmış, koordineli ve standart bir biçimde yürütüldüğü söylenemez.

Dinsel ve muhafazakâr etkiler

Sosyal yardımların, sosyal politikanın en çok siyasallaşmış bir alanı haline gelmiş olması bir diğer konu. Bunda, yardımlar aracılığıyla siyasal iktidar ilişkilerini güçlendirmeyi amaçlayan yönelimin belirleyici bir payı var. Din de bu ilişkinin önemli bir parçası olarak kullanılmakta. Türkiye’de din, belirli bir siyasal etki ve hatta belirlenim altında, sosyal yardımlar temelinde yeniden üretilmekte. Sosyal yardımlar, dinsel ilkeler etrafında örgütlenmemekle birlikte, uygulamada, belirgin bir dinsel motifin açığa çıktığı gözlemleniyor. Tarihsel kökleri olan vakıf olgusu, İslam’ın sosyal yardımlaşma kurumlarına güçlü bir gönderme yaparken, Vakıf faaliyetlerinde “Biz de burada emanetçiyiz” türü dinsel motifler barındıran söylemlere rastlanmakta. Ayrıca, sosyal yardımların topluma, siyasal olduğu kadar, onunla da birleşmiş dinsel bir gündem olarak sunulduğuna şahit olmaktayız. Yardım alanların yardımları, bu haliyle kabul edip, dua etme, dinsel terimlerle teşekkür etme, ihtiyaç tespiti kapsamında hane incelemesine gelen sosyal yardım görevlilerine Kuran gösterme, yeni namazdan kalktığını anımsatma gibi dinsel içerikli davranışlar sergilediği de görülmekte.

Cinslerarası işbölümü ve kadının konumu

Çok çocuklu aileyi güçlendirmeye dayanan, kadını aile içerisinde tanımlayan sosyal yardımlarla harmanlanmış yaklaşım ve politikalar, merkezî siyasetin önemli bir parçasıydı. Yardım programlarında da boşanmış değil, eşi vefat etmiş kadınlara dönük nakit yardımı ve hak veya yarar sahibi olarak çoğunlukla kadınlara verilen Sosyal ve Ekonomik Destek ve Şartlı Eğitim ve Sağlık Yardımları, ayrıca, hane içi işbölümü nedeniyle kadına yönelen Evde Bakım Aylığı uygulaması, kadının ailedeki yerini pekiştiren muhafazakâr sosyal politika yaklaşımı ve uygulaması temelinde şekillendi. Sosyal yardımlar ataerkil toplumsal cinsiyet kalıpları ve hane içi yükümlülüklerle birleşerek; başvuru, yoksulluk tespiti ve yardım alma süreçleri bakımından kadının üzerine yıkılan, muhatabın kadın olduğu cinslerarası bir işbölümü de yarattı. Hane içerisinde ataerkil muhafazakârlıkla bütünleşen bu işbölümü, kadını hane içerisinde tutuyor; onun işgücü arzının önünde ilave bir engel oluyor, kadını ancak hane içi, el emeğine dayalı geleneksel işlere uygun görüp, onun ikincil toplumsal konumunun pekişmesine de yol açıyor. Burada ayrı bir deneyim olarak kadın yoksulluğuna ve bunun erkeğe bağımlı (eşin çalışmaması, düzensiz gelir, alkol, kumar, vefat, terk etme, boşanma, vd) yapısına da işaret edilmeli. 

Refahın kamu-dışılaştırılması ve özel sosyal yardımlar

Küresel bir olgu olarak sosyal refahın sağlanmasının kamu-dışılaştırılması ve hayırseverlik, özel sosyal yardım kuruluşlarının faaliyetlerini artırdı. Özel sektörün de dahil olduğu ve bir tür sosyal yardım yönetişimini çağrıştıran bu eğilim AKP’li yıllarda hiç olmadığı kadar güçlendi. Bu kuruluşlar, kendilerine özgü yoksulluk tespiti ölçütleri, özel dağıtım kanalları ve artan yararlanıcı sayılarıyla kamu yardımlarına ilave bir yardım ağı inşa etti. Bu yardım ağı, dinsel kayırmacılık unsurlarıyla birlikte var oldu ve İslami bir hayırseverlik çerçevesine oturdu. Özel olarak İslami yönelime sahip bu vakıf, dernek, vb kuruluşların AKP’nin sosyal yardım programının ve onun muhafazakâr karakterinin yaygınlaşması ve yerleşmesine yardımcı olduklarını düşünmek gerekir. Bu faaliyetlerin, denk düştüğü yer itibarıyla verdiği dolaylı ve örtülü politik mesajla iktidarın yoksullarla kurduğu muhafazakâr, himayeci ve klientalist ilişki tarzını tamamlayıcı bir işlev gördüğü, kamu yardımları alanında beliren siyasal iktidarın yeniden üretimine dönük ilişkilerle eklemlenme özelliğine sahip olduğu, sağladığı sosyal yarar açısından siyasal iktidara tahkimat yapma potansiyeli barındırdığı düşünülebilir.