TUS sonuçlarını beklerken
Tıpta Uzmanlık Sınavı (TUS) genç hekimlerin ve ülkenin sağlığının geleceğinde çok önemli. Diyeceksiniz ki “ülke yangın yeri, bundan başka konu mu bulamadın yazacak?”. Haklısınız, demokrasiye, adalete, özgürlüklere hasret kaldık, nefes alamıyor, uykumuzdan, içtiğimiz sudan, yediğimiz ekmekten tat alamıyoruz. Memleketteki manzarayı hepimiz görüyor, yaşıyoruz.
Ne yapalım, sağlıkta olan biteni da atlamayıp üzerinde durmamız gerekiyor. Sağlıkta önemli gündemler bir yandan tıp öğrencilerinin Cerrahpaşa’da, Ankara Tıp’ta, Hacettepe’de, her yerde özgürlük demokrasi yürüyüşleri, bir yandan da TUS.
UZMANLIK EĞİTİMİ ZORDA
TUS geçtiğimiz hafta sonu yapıldı. Genç hekimler gelecekleri ve kariyerleri için sıkıntılı bir bekleyiş içinde, açıklanacak kadroları bekliyor. Neden mi? Açıklayayım.
Daha önce de yazmış ve Sağlık Bakanlığı’na sormuştum. Sağlık Bakanlığı asistan hekim sayısını en güncel rakamla 53 bin 747 veriyor ancak bizim hesaplamalarımız 70 binin üzerinde olduğunu gösteriyor. Neredeyse her üç hekimden biri asistan. Kliniklerde hocalar asistanları, asistanlar birbirlerini tanımıyor. Asistan odalarında yer kalmamış durumda. Başta cerrahi branşlar olmak üzere uzmanlık eğitimi ciddi zarar gördü. Bunun önemli bir sebebi 2022 yılından itibaren neredeyse üç katına çıkarılan asistan kadroları idi. Sayılardaki şişme anlaşılmış olacak ki son yapılan Eylül 2024 TUS’ta yerleşen asistan sayısı bir öncekindeki 10 bin 446’dan 7 bin 663’e indirildi. Bunun 2 bin 10’unun da aile hekimliği asistanlığı olduğuna bakınca diğer branşların hemen tamamındaki kontenjan azalması dikkat çekici idi.
Geçen pazar günü yapılan sınava 30 bin 946 hekim başvurmuş. Şimdi sınava giren genç hekimler önceki plansız artışların cezasını çekiyor ve kontenjanların ne olacağını bilemiyor. Bir yandan mezun sayısını artıran, bir yandan pratisyen hekimliği değersizleştirip uzmanlığı zorunlu kılan, bir yandan plansız, bir yandan da asistan eğitiminin kalitesini düşüren akıl dışı bir düzenden söz ediyoruz.
AKADEMİDE DURUM VE SBÜ
Ekrem İmamoğlu’nun diplomasını 31 yıl sonra, 35 yıl önce yapılan yatay geçiş nedeniyle iptal eden İstanbul Üniversitesi kararı Türkiye’de üniversitenin ne durumda olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Üniversitelerin olan özerkliğini de kaybettiği, iktidar milletvekillerinin sürelerini doldurduktan sonra kariyerlerine profesör, hatta rektör olarak devam ettikleri acı bir tablo var. Yıllarca üniversitede bir gün bile çalışmadan alınan hülle profesörlükleri gündeme taşımış, liyakate, emeğe dikkat çekmiştik.
Akademinin bu halleri tıp ve uzmanlık eğitimini de doğrudan etkiliyor. Uzmanlık eğitiminin çoğu Sağlık Bakanlığı’na bağlı eğitim ve araştırma hastanelerinde veriliyor. Türkiye’nin her yerindeki eğitim ve araştırma hastanelerinin 64’ü Sağlık Bilimleri Üniversitesi (SBÜ) ile ortak kullanımda. Sağlıkta uzmanlık eğitiminde ve akademik kadroların kullanımında en büyük pay SBÜ’de. Dünyada benzeri olmayan bir üniversite. Kurucu rektörü Adalet ve Kalkınma Partisi eski Trabzon ve Ankara milletvekili Prof. Dr. Cevdet Erdöl, şimdiki rektörü de aynı partinin eski Gümüşhane milletvekili Prof. Dr. Kemalettin Aydın. İstanbul merkezli ama ikisi yurt dışında 11 tıp fakültesi var. Dokuz tanesi öğrenci alıyor. Bunlardan Kayseri, Bursa, Trabzon, İzmir, Adana, Erzurum tıp fakülteleri altyapıları olmadığı için aldıkları öğrencileri o ildeki diğer tıp fakültelerine yolluyor.
Bu üniversite 2809 sayılı kanunun ek 158. Maddesiyle kuruldu. Kanununda şöyle bir ifade var: “Üniversite öğretim elemanı kadrolarından birlikte kullanılan eğitim ve araştırma hastanelerine tahsis edilecek akademik kadroların dağılımı ve nitelikleri Sağlık Bakanlığınca belirlenir. Bu kadrolara öğretim üyelerinin atamaları Üniversite tarafından Sağlık Bakanlığının uygun görüşü alınarak yapılır.” Bu ifade üniversiteyi Sağlık Bakanlığı üniversitesi haline getiriyor, bilimsel, akademik, kurumsal özerkliğe tümüyle aykırı. Ayrıca 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’ndaki, Akademik Teşkilat Yönetmeliği ve Akademik Kurulların Oluşturulması Yönetmeliği’ndeki kurallarla uyumsuz.
Bu üniversitenin bin 797 profesör, bin 429 doçent, toplam 4 bin 39 öğretim üyesi var. Büyük çoğunluğu tıp fakültelerinde. 2016 yılından bu yana çoğu akademik kadro ilanı adrese teslim yapıldı. İstedikleri zaman 5 yılını dolduran doçenti hemen profesör yaparken istemedikleri bir doçenti, 15-20 yılını da doldursa doçent kadrosuna bile almadılar. Şüphesiz üniversitede akademik unvanlarını hakkıyla alan çok sayıda hocamız var, onlara teşekkür ediyoruz, kendilerini biliyorlar. Bunların yanında ne yazık ki siyasi kadrolaşmanın olduğunu da tüm meslektaşlarımız biliyor.
Üniversiteler bu haldeyken tıp eğitimi ve sağlıkta iyi şeyler söyleyemiyoruz. Hukukçular söylüyor, Türkiye’nin en eski üniversitesi bir cumhurbaşkanı adayının diplomasını hukuksuz biçimde iptal ediyor, siyasi müdahalenin aracı haline geliyor. Gençlerin meydanlarda haykırması boşuna değil, demokrasiye, özgürlüklere, adalete hava gibi, su gibi ihtiyacımız var.