Tuz koktu
Türkiye’de yaşamak uzun zamandır aynı anda birçok cephede savaşmak gibi. Örgütlü bir kötülük ülkeyi âdeta bir cinayet mahalline çevirmiş, öyle ki bu kötülüğün bebeklere kadar elini uzattığını öğrendik. Güvensizlik hissi ile kuşatılmış durumdayız. Ve bu suçların “alelâde adli bir vaka” ya da “münferit bir hadise” olmadığının da farkındayız.
Medyada, “yenidoğan çetesi” olarak ifade ediliyor bebek katilleri. Ülkede kol gezen çetelerden biri. İşlenen suçların detayları ortaya çıktıkça, okuduklarımı anlamakta güçlük çektiğimi ifade ederek başlamak isterim. Hâlâ da havsalam almıyor. Bebeklerin özelleştirilen, piyasalaştırılan sağlık sisteminde mafyatik suç örgütleri tarafından para için öldürülmesi ancak bir gerilim-korku türü bir filmin senaryosu olabilirdi ama değilmiş. Hakikatmiş.
Olayın CİMER’e yapılan bir şikâyetle ortaya çıktığını öğrendik, ilk ihbar 27 Mart 2023’te gelmiş. İstanbul Sağlık Müdürlüğü 5 Mayıs 2023’te durumu polise bildirmiş. İlk operasyon 27 Nisan’da yapılmış. Ancak o hastanelerden 10’unun ruhsatı sadece bir kaç gün önce iptal edildi. Yani gelen ihbardan sonra aylarca bebekler öldürüldü. Siyasi otorite 18 ay bebeklerin ölümüne seyirci kalmış. Sistemdeki çürüme akıllara zarar. Ruhsatı iptal edilen hastaneler içinde eski Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun hastanesi de yer alıyor. “İddianameye bakmadım, vicdanım rahat” demiş. Vicdanını referans göstermeden evvel biraz üzülmeyi denese daha etkili olurdu! Tüm ülkeyi dehşete düşüren bu örgütlü suçu CİMER’e yapılan ihbar ile öğrenmiş olmak ise AKP hükûmetinin utanç vesikalarından bir tanesi. Sağlık Bakanlığı’nın denetim mekanizması yok mu? Sosyal Güvenlik Kurumu’nun denetim ekipleri yok mu? Bir sorumlu hakkında herhangi bir disiplin soruşturması yapılmış mı? Açığa alınmış mı? Hiçbir bilgi yok. Demek ki halkın tepkisi olmasa hastaneler bebek kabulüne devam edecekti.
AKP’ye yakın hastanelerin denetlenmediği iddiaları var. İstanbul Tabip Odası’ndan Doktor Recep Koç, ruhsatı iptal edilmeyen hastanelerin kimler tarafından korunduğunu sordu. Yanıt yok. Hazırlanan iddianamede, suça konu olan 197 eylem sıralanırken bazı hastanelerin denetimlerden önceden haberdar olduğu yer alıyor. Ve bu konu bile edilmiyor.
Ya 112 komuta merkezinin bu organize suçtaki yeri? 112 Acil Çağrı Merkezi’nde çalışan kişilerle ortak hareket edilerek bebek acil hastalarının önceden anlaşılan özel hastanelerin yenidoğan ünitelerine sevk edilip ölümlerine sebebiyet verildiği ve haksız kazanç sağlandığı iddianamede yer alıyor. 112 komuta merkezini de denetleyen yok demek. Bir ülkede 112 Acil Çağrı Merkezi’ne de mi güvenemeyeceğiz?
Denetim kelimesini yazarken bir yandan da, denetim olsa da çıkan raporlara nasıl güveneceğiz? cümlesi geçiyor aklımdan. Çünkü tuz koktu! AKP’ye yakın hastanelerin denetimlerden evvelden haberdar olduğu iddianamede geçiyor. Hayatımızı zindan edenlerin bizlere bir hediyesi de nur topu gibi bir güven sorunumuzun olması. Kamu kurumlarına, politikacılara, partilerin tümüne, milletvekillerine güvenen var mı? Denetim raporları, ilgili meslek örgütlerine gönderilip topluma açık hale getirilmeliyken hakikati toplumla buluşturacak olan yapılar un ufak edildi. Haberi toplumla buluşturan gazetecilere ve o haberi sosyal medyada gece gündüz demeden takip eden gazetecilerde umudumuz.
Sanki herhangi bir işlevi var gibi Sağlık Bakanı ne demiş diye kulak kesildim, eski alışkanlıklar…
Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu: “Denetimler yetersiz değil çete (yenidoğan çetesi) çok profesyonel. Çetenin, ‘Çocuğu öldüreyim’ diye yaklaşımları olduğunu düşünmüyorum. Bu kişisel kanaatim. İnşallah öyle değildir.”
Bu ölçüde vahim bir haber ertesi Sağlık Bakanı nasıl böyle beyanda bulunabilir? Dalga mı geçiyorsunuz Sayın Memişoğlu? Yenidoğan çetesiyle ilgili AKP iktidarından konuşan herkes çamura batıyor. İçişleri Bakanı “Bir baba olarak üzgünüm” diyor. İçişleri Bakanı baba olmasa güvenemeyecek miyiz? Babalık mı teminatınız, yoksa İçişleri Bakanı olmanız mı? Ve son olarak partili Cumhurbaşkanı “Sonuna kadar gidin” demiş. İşte feraset, işte fazilet, işte cesaret!
TİCARETHANEYE DÖNÜŞEN HASTANELER İÇİN ‘EŞYA’YIZ
Yoğun bakımda bebeği, hastası olan herkes korku içinde. Sağlık sisteminin AKP iktidarında dönüşümünün geldiği yer ortada. Neoliberal politikaların Türkiye’deki yansımalarından biri olan Sağlıkta Dönüşüm Projesi taşeronlaşmayı içeren bir program. Sağlıkta taşeronlaşmanın, çalışanın sağlığını ve ürettiği hizmetin niteliği nedeniyle toplum sağlığını olumsuz etkilediğini meslek örgütleri senelerdir ifade ediyor.
AKP hükümeti sağlığı bir hak olmaktan çıkarıp, tüketim nesnesine dönüştürdüğü için tüketimi artırabilecek bütün araçları da beraberinde kullanmaya başlıyor. Onlarca bebeğin ölümüne yol açan skandalın en önemli sebebi sağlığın meta gibi satılır hale getirilmesi ve bunun da sistemi çürütmesi. Ticarethaneye dönüşen hastanelerde hepimiz ‘eşya’ olarak görülüyoruz. Ve sistematik ve kolektif olarak işlenen bu katliamlar yargının siyasallaşmasından ve kurumların çökmesinden güç alıyor.
Yazımı kaleme alırken, beş ay önce kamuoyunun tepkisine neden olduğu için geri çekilen bir torba yasa teklifi yeniden TBMM Adalet Komisyonu’nda kabul edildi. Haftaya Genel Kurul’a gönderilmesi olası. Adı, Noterlik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 18 Ekim’de Meclis Başkanlığı’na verilen bu teklifin içinde beş ay öncesine ait maddeler var. “Devletin güvenliği veya siyasal yararları aleyhine yabancı bir devlet veya organizasyon talimatıyla işlenen fiillerin suç olarak tanımlanarak yaptırıma bağlanması” Türk Ceza Yasası’nda değişiklik öngörüyor, konu ise “etki ajanlığı”. Gaye belli; iktidarın basın özgürlüğünü ve halkın haber alma hakkını daha da sınırlamak sesi çıkmayan bir toplum yaratmak. Tam teşekküllü bir despotik iktidar oluşturma gayesiyle hazırlanmış bu yasaya karşı çıkmak hepimizin görevidir.