“Üç hilal” tek Hilal’e mi karşı?
Devlet Bahçeli’nin “terörün bittiğini” söylemesi için PKK lideri Abdullah Öcalan’ı iki kez Meclis’e çağırması ve buna rağmen üç DEM Partili belediyeye kayyum atanması, doğal olarak “Erdoğan ile Bahçeli arasında bir görüş ayrılığı mı var?” sorusunu gündeme getirdi. Öyle ya, görünürde biri el uzatıyor, diğeri yumruk savuruyordu.
Nitekim bu soruyu dün gazeteci Hilal Köylü, Meclis’teki grup konuşmasının bitiminde MHP lideri Bahçeli’ye sordu. Cevap “Hayır, yok” minvalinde olabilirdi ama Bahçeli bununla yetinmedi. Doğru bilgiyi muhatabından almak için kendisine mikrofon uzatan gazeteciyi, “Türkiye’yi tahrik etmek, yanlış bilgilerle ayrımcılığa sürüklemekle” suçladı. “Bundan vazgeç, geçemiyorsan mesleği bırak” dedi. Bu yaklaşım kısa bir süre sonra Meclis’ten geçmesi beklenen “Etki Ajanlığı”nın nasıl uygulanacağına dair de kamuoyuna somut bir fikir verdi.
Fakat soruya basın özgürlüğünü hiçe sayan bir tavırla cevap verse de Bahçeli işin siyasi boyutu itibariyle haksız sayılmaz! Buradan hareketle, sözlerinin tek muhatabı da Hilal Köylü olmayabilir. Bahçeli belki de bir süredir kendisiyle Erdoğan arasında bir çatlak olduğunu ve bunun erken seçime yol açacağını öne süren gazeteci kökenli AKP’li isimlere sesini duyurmayı istemiştir. Dolayısıyla Bahçeli’nin gazeteci Hilal Köylü’yü hedef alan çıkışını, sadece medyaya yönelik kaba bir muameleden ibaret görmemek gerekebilir.
***
“Erdoğan-Bahçeli çatışması” muhalif çevrelerde de tartışma konusu. Cumhur İttifakı’nın bir yol ayrımının eşiğinde olduğu, “süreç” meselesi nedeniyle ittifak içinde gerilimin tırmandığı dile getiriliyor. Elbette bu ittifak da siyasetteki diğer ittifaklar gibi bir çıkar birliğine dayanıyor ve günü geldiğinde dağılacak. Dolayısıyla ittifakı ezeli ve ebedi görmek anlamsız. Ancak ortaklardan biri Öcalan'ı Meclis’e çağırıp diğeri DEM Partili belediyelere kayyum atıyor diye de bu ittifakın çatırdayacağı düşünülmemeli. Bu da rejimi yüzeysel bir bakışla ele almak olur ve yanılgıya düşürür.
Ne Bahçeli Kürt sorununu (zaten sorunun varlığını kabul etmiyor) demokratik bir şekilde çözmek istiyor ne de Erdoğan onun herhangi bir ilerici açılımını baltalıyor. Öcalan için yapılan çağrının da belediyelere atanan kayyumların da temel hedefi, iktidarın devamlılığını sağlamak. Yönteme dair farklılıklar, büyük plan içindeki nüanslardan ibaret. Amaç en az bir dönem daha Erdoğan’ı seçtirmek, rejimi daimi kılmak. Bahçeli bunu bir önceki grup konuşmasında açık açık söyledi zaten.
Erdoğan’ın bir kez daha seçilebilmesinin yolu, siyasetin yeniden dizaynından geçiyor. 2017 referandumundan bu yana muhalefette oluşan doğal ittifak ve bu ittifakın her biri önemli potansiyele erişen muhtemel cumhurbaşkanı adayları, iktidar cenahında tehlike çanlarının hiç olmadığı kadar yüksek perdeden duyulmasını beraberinde getiriyor. Bu nedenle, mevcut ekonomik koşullarda tabanını genişletemeyeceğini de öngören rejim bloku, muhalefetin bütünlüğünü dağıtmak için kolları sıvadı.
Bahçeli, Kürt seçmenin DEM Parti’de konsolide olan kısmını AKP-MHP karşısındaki muhalefetle birlikte davranmaya mahkûm bırakmanın bu kez ölümcül sonuçlar doğurabileceğinin farkında. Bu yüzden 1 Ekim’den önce Erdoğan’ın yapacağı açılımlara engel olacağı iddia edilen MHP lideri, DEM Parti’yi, istenen çizgiye yaklaşacağı düşünülen Öcalan’ın arkasına hizalayıp anayasa değişikliği için ittifaka Kürt seçmen katkısı sağlamaya, bu yeni dizilimi mümkünse seçimlerde bir avantaja dönüştürmeye (birileri de bunu 100 yıl sonrasını düşünen “devlet aklı” olarak cilalamaya!) ve Erdoğan’ı da tekrar seçilmesinin şartı olarak bu formüle ikna etmeye çalışıyor.
Erdoğan ise muhalefeti ayrıştırmak için yığınağı başka yere yapıyor. Onun odak noktası CHP… CHP ve DEM Parti’nin yönetimindeki belediyelere kayyum atayıp muhalefet içindeki “terörle yan yana durma” tartışmalarını tetiklemek, böylece isimleri cumhurbaşkanı adaylığı için geçen Ekrem İmamoğlu ile Mansur Yavaş’ı zayıflatmak istiyor. Planın içinde İmamoğlu ve Yavaş’ı destekleyen tabanları birbirine çarpıştırıp zayıflatmanın yanı sıra, ulusalcıları İmamoğlu’ndan Kürtleri ve demokratları da Yavaş’tan uzaklaştırmak var.
Ahmet Özer’e düzenlenen operasyon ve Esenyurt’a atanan kayyum sonrası CHP ile DEM Parti’nin ortak tepkisinin “Aynı otobüste bindiler” sözleriyle hedef alınması da bu hedefin parçası. Dün Bahçeli’nin “DEM'in otobüsüne binen CHP Genel Başkanı, siyasi istikbalini PKK’ya devretmiştir” sözleriyle aynı yere yüklendiğini de ekleyelim. Erdoğan bu sırada Kürt seçmene de popülist bir dille seslenerek CHP’den gelecek ulusalcı tepkiler sonrası kendisini alternatif adres pozisyonuna getirmeyi amaçlıyor.
***
Gidilen yollar farklı olsa da son durak aynı. Cumhur İttifakı’nın bir zaman sonra yöntem konusunda ortaklaşması şaşırtıcı olmaz. Böylesine devletleşmiş, sisteme karakterini vermiş siyasi ittifaklar, kolay kolay taktik farklılıklardan dolayı dağılmaz. Anca politize olmuş örgütlü kitlelerin dipten yükselen birleşik ve sarsıcı muhalefeti bu tarz iktidar yapılarının iç dengelerini bozup çözülmelerine yol açabilir. Düzen bunu engellemek için de elinden geleni yapıyor.
Erdoğan 10 Kasım’da yaptığı konuşmada, “Şayet Gazi’nin ömrü ve sağlığı en azından bir 10 yıl daha ülkeyi yönetmeye el verseydi hiç şüphesiz 2. Cihan Harbi sonrası bambaşka bir Türkiye görecektik. Maalesef Gazi’nin vefatıyla bu fırsatı kaçırdık” dedi. Atatürk’ten övgüyle bahsetmesinin nedeni, ona olan hayranlığı değil, retorik etkiye olan ihtiyacı...
Erdoğan’ın aslında Atatürk’ün 10 yıl daha ülkeyi yönetmemiş olmasıyla bir derdi yok; hatta ideolojik açıdan düşünürsek bir yıl daha yönetmemesinden memnun olsa gerek. Erdoğan “Gazi ülkeyi yönetemedi ama şimdi ikinci bir fırsatımız var, ben bir 10 yıl daha ülkeyi yönetirsem bambaşka bir Türkiye görürüz” demek istiyor. İktidar ortaklarının attığı her adım, bunu mümkün kılmak için.