Üç Puan İyi Ama… Koca Bir “Ama”
Öylesine karmakarışık duygular içinde gittik ki Dolmabahçe mabedine…
Bir yandan, Beşiktaş kulübünün alkışlanacak bir kararla Cumhuriyet coşkusunu 9 gün önceden (Atatürk’ün tabiriyle bu en büyük bayramdan önceki son iç saha maçında) kutlamasının heyecanı.
Bir yanda, memleketin kapkara tablosu. Bebeklerini bile gözünü kırpmadan öldürebilen canilerle yan yana yaşıyor olmanın hüznü. Kadınına, çocuğuna, hayvanına, doğasına, canlı cansız her şeye düşman bir kara faşizmin kâbus gibi ülkenin üzerine çökmüşlüğü…
Bir yanda, çocukluk, gençlik günlerimizi hatırlatır şekilde çok uzun bir süre sonra ilk kez Dolmabahçe’de gündüz gözüyle (saat 16.00 başlama vuruşu) maç izleme keyif ve heyecanı.
Beşiktaş, İnönü’de Konyaspor’u ağırlarken belki de Cumhuriyet vurgusu yaparcasına kırmızı-beyaz formayı tercih etmişti. Kadro da haftalar sonra yeniden ve olması gerektiği biçimde bir dizilişle ideale yakın bir şekilde sahada.
Mert iyileşmiş, kalede.
Udokhai - Emirhan ikilisi stoperde.
Masuaku ve Svensson beklerde.
Orta sahada Gedson - N’Dour ikilisinin önlerinde Semih - Muçi - Rafa üçlüsü ve ileride Immobile.
İş yapar bu kurgu.
Nitekim ilk 20 dakikada biraz soğukkanlı olabilseler, kale önünde birkaç olanak da yarattılar. Ama son kararı verebilmekte geç kaldılar.
Futbolcunun iyisi böyle dakika ve hatta saniyelerde öne çıkar.
Top ayağında ve kaleyi görüyorsan, çekinmeyeceksin.
“Kaçırırsam ne olur?” demeyeceksin.
Kararı hızlı verip sorumluluk alacaksın.
Aklın kenar yönetimde ya da tribünde olmayacak.
Nişan al ve bas tetiğe.
Profesyonel insan, her meslekte kendine güvenen ve o an geldiğinde kendi başına da korkmadan karar alıp uygulayabilen insandır.
Uzun süre üstün oynayıp pozisyonlar bulup eli boş dönen Beşiktaş, 29’da bu oyunun meyvesini topladı.
Ortadan hızla topu getirip Semih’in önüne uzatan Rafa, sol kanat forvetine adeta “al da götür at” diyordu. Oldu, düşürüldü... Net penaltıydı.
Immobile, ağları bulduğunda ve durumu 1-0 yaptığında skor levhasında kronometre 30. dakikayı gösteriyordu.
dakikada çok iyi paslarla topu Konyaspor kalesine taşıyan Rafa - Immobile ikilisi, gol yapma tercihini Gedson’a bıraktıklarında, biraz iyi bir vuruş gelse fark 2’ye çıkabilir ve stat topluca derin bir “oh” çekebilirdi.
38’de rakipten kapılan topla, adeta tepsi içinde bir imkân geldi Beşiktaş’ın ayağına. Immobile tam kale önünde Semih’e, “Al kardeşim, sen at da, bütün stat çıldırsın sevinçten” dedi. Ama, milyonlarca taraftarın haftalardır ellerini açıp “Bir oynasa da, gol atsa da, biz de o da sevinsek” dediği Semih vurmadı, vuramadı. Garip.
Yukarıda sözünü ettiğim “profesyonel özgüveni” giremedi devreye, bir türlü.
İlk yarının sonlarına yaklaşırken hem Semih’e hem de Beşiktaş’a ilaç gibi gelebilirdi o istenen gol.
45’e gelirken, Basın Tribünü’nde yanımda oturan sevgili meslektaşım Merih Bayraktar’la tam “Yahu 2 olsa da rahat izlesek şu maçı” diyorduk ki…
Rakipten topu ustaca çalan Muçi, Rafa’ya “Bak, yukarıda tribünde ne konuşuyorlar. At şu 2’yi” diye uzatıverdi topu.
Ve isteğimiz yerine geldi.
Rafa durumu 2-0’a getirdi ve hakem o gol sonrası takımları soyunma odasına götürdü.
Konyaspor’un ilk devrede yaptıklarına gelince…
Rakip kaleye etkili geldikleri anlarda bile, Beşiktaş tribünlerine “Eyvah” dedirtecek bir şut girişimine ya da altıpas içinde bir tehlikeye tanık olamadık.
Planları belliydi: “Zamanında” bir gol bulup maçı “1 puana bağlama” arzusu.
Bu arzu, diğer takımlar gibi orta sahadan kıvrak ve hızlı top çıkarabilecek Gedson ve Rafa gibi adamları her ayağına top aldıklarında yere indirmeleriyle de birleşince oyun tatsızlaştı.
dakika, Beşiktaş’ın unutmak ve bir daha hatırlamak istemediği bir kâbus dakikasıydı. Yakın mesafeden Konyaspor forvetlerinin biri bırakıp biri vuruyor, ama top anlamadığımız bir yerlere çarpıp çarpıp çıkıyordu. Hani, “İlahlar korudu” denir ya… Tam o hesap. Tabii ki Mert’in de zamanında refleksleri etkiliydi.
Ama Beşiktaş için alarm zilleri anlamına geliyordu o dakika. 2-0 böyle maçlarda “pis” bir skordur.
Yani, rakibin daha cesur gelmeye başladığı bir dönemden söz ediyoruz.
Bu dakikalarda saldıran Konyaspor, kontra atakla gol arayan Beşiktaş’tı adeta. Nitekim 62’de 3’e 2 yakaladığı Konya defansını hızla geçen Beşiktaş’ta Muçi etkili vurabilse, o “rahatlatacak 3. golün” gelmesi işten bile değildi.
Bazı maçlar böyledir. Bariz pozisyonları kaçırır, olmadık anda sevinirsiniz.
69’a girerken Van Bronckhorst, belki de beklenen hamleyi yaptı ve tribüne “Gördünüz işte. Ben de bu kadar dayanabildim” diyerek Semih’i kenara aldı. Yerine El Musrati’yi oyuna soktu.
Peki, Semih bunu hak etti mi?
Tartışılır.
Ama sen de, çık at golünü ve mahcup et adamı, be çocuk. 70 dakika az süre değil.
76’da Muçi rakipten topu çaldı, kaleciyle karşı karşıya vuramadı.
Muçi’ye nasıl tahammül ediyor hoca hâlâ?
Hep birlikte meraktayız.
Böyle garip bir maç oluyor.
Bir dakika sonra Gedson’un adeta altıpas içinde Rafa’ya verdiği “lokum misali” pas da gol olmadı.
Bir acayiplik var bugün.
Beşiktaş bir kaza golü mü bekliyor?
Hani, taraftarına son 10 dakikayı zehir edecek bir “kaza”dan söz ediyorum.
86’da Gedson ve Rafa’nın yerine J. Mario ve Onur’u soktu hoca.
Seyirci tedirgin, Beşiktaş’ın maçı kafasında adeta bitirmiş gibi görünen ruh halinden endişeli. Bitse de gitsek diyorlar adeta.
İleride pas yaparken bile. Kale önünde 5 kişi ile top çevirirken bile.
Bu maçın özeti şu:
Bu maçı 2-0 kazanmış olsan bile, bu oyun Galatasaray derbisi için ciddi alarm sinyali demektir.
Bu oyunla olmaz. Hem de deplasmanda hiç olmaz.
Çok işi var hocanın.
Çok çalışması lazım takımın.
Üç puan, üç puandır. Ama buraya gelenler daha fazla şey bekliyor Beşiktaş’tan.