Google Play Store
App Store

Erdoğan ve Bahçeli’nin inşa ettiği rejimde halk, Anayasa, Meclis dâhil hiçbir kurum yok. Geçtiğimiz hafta yaşananlara bakılırsa bile devlet iktidar elitleri ve yandaşları için çalışan devasa mekanizmaya dönüştürüldü.

Ucube rejimlerde ‘devlet’ ne işe yarar?
Erdoğan’ın Bitlis Ahlat’ta verdiği bu poz rejimin geldiği son halin fotoğrafını oluşturmuştu. (Fotoğraf: AA)

Türkiye’de yürürlükte olan Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi, toplumun yarısından fazlası ve Meclis’te varlığını sürdüren muhalefet partileri tarafından ucube bir rejim olarak nitelendiriliyor. Rejim, en basit anlamda “devletlerin uyguladığı yönetim biçimi” olarak tanımlanabilir. Öyleyse şu anda 80 milyonun üzerinde yurttaşı yöneten bu mekanizmaya da “ucube devlet” demek pekâlâ mümkün. Erdoğan ve Bahçeli’nin adım adım inşa ettiği rejimde halk yok, kanun yok, anayasa yok, Meclis dâhil hiçbir kurum yok. Devlet de sadece iktidar elitlerinin ve yandaşlarının çıkarlarını korumak için çalışan devasa bir mekanizmaya dönüşmüş durumda.

Bu durum şu bakımdan önemli: İşin bu tarafı görülmeden, sadece seçim, sandık, Meclis gibi kavramlara takılıp ilerleyen bir muhalefetin bu mekanizmayla baş etme şansı yok. Düşünün, muhalefetin potansiyel cumhurbaşkanı adayı İmamoğlu’na garip bir dava sonrası siyaset yapıp yapamayacağını belki de seçime 6 ay kala öğrenebileceğiz. Kim bilir, o güne kadar iktidar, elinde tuttuğu devlet mekanizmasıyla daha hangi hinlikleri hayata geçirecek.

KİM KİME KILIÇ SALLAMIŞ OLDU?

Meselenin esasının, iktidara “sakın aklından geçirme” diyebilecek örgütlü bir muhalefet gücünün varlığında yattığını anlamak için daha hangi işaretlerin olması gerekiyor?

Geçen hafta “aklından geçirme” diyenlerin sayısının arttığı bir hafta oldu. Hopa’dan Gebze’ye bedel ödeyerek iktidarın karşısına dikilenler yol gösterdi. Eylül ayının, işçinin, emeklinin ve gençlerin sokağı bırakmayacağı bir ay olacağı ilk haftadan belli oldu. Bir öğün yemekten bilimsel müfredata kadar eğitim sezonu da itirazlar ve taleplerle açılıyor. Ortalığa saçılan bu kadar anlamsız gündem karşısında bu başlıklar kutup yıldızı gibi parlıyor.

Erdoğan nihayet teğmenlere haddini bildirip “hepsine gereken ceza verilecek” dedi. Yemin törenini kendilerine yönelik “kılıç sallamak” olarak nitelendirdi. Peki, Erdoğan, “kılıç sallananlar” parantezine kimleri almış olabilir?

AKP iktidarı döneminde palazlanan tarikat ve cemaatleri ilk sıraya yazdık. Ardından 22 yılda devletin içine yerleşen İslamcıları ekleyin. Bunların içinde bugünlerde rahatsızlık ifade eden Yeniden Refah Partisi ile HÜDA PAR ve BBP’nin de dâhil olduğunu söyleyelim. Bu kapsama, mütedeyyin diye ifade edilen ve bugünlerde kafası biraz karışık olan sıradan yurttaşların da dâhil edilmek isteneceği de kesin. Geriye kimler kaldı? İktidar ortağı MHP ve ona destek olan her türlü legal-illegal yapılar. Hâlâ değişen MHP’yi görmeyip, o partide Kemalizm ve laiklik hassasiyetinin olacağını düşünenlerin çok yanıldığını söylemek zorundayız. Kısaca Erdoğan, kendisine en az bir kere oy vermiş herkesi, onunla bir dönemde ittifak yapmış partileri ve 22 yıldır zenginleşip palazlanan herkesi tekrar şemsiyenin altına çağırdı.

Bir yemin töreni ile tüm bunlar şemsiyenin altına koşar mı? Sadece yemin töreni olarak bakılınca bu soru doğru olarak görülebilir. Ama hayvan katliamı yasasından, kadın hakları ve müfredata kadar Erdoğan, ülkedeki birçok başlığı bir kez daha kimlikler üzerinden kodluyor. Bu sayede muhalefeti bölerken, kendi tabanını da toparlamaya çalışıyor.

Ülkenin yüzde 80’i yoksulken, böyle bir siyaseti hâkim kılmak, Erdoğan için aynı zamanda kurtuluş reçetesi anlamına geliyor. Toplumu bir kez daha kimlikler üzerinden dikey bölerek, halkın zenginler ve yoksullar olarak ayrışmasının da önüne geçiyor.

Tüm bunlar, teğmenlerin yemin törenindeki niyetlerinden bağımsız değerlendirmeler. Ama teğmenlerin yemin töreninden heyecanlanıp hararetle alkışlayan TV yorumcularına ve diğer muhalefet erbabına hatırlatmamız gereken bir konu var: Eğer hassasiyet laiklik ve Türkiye ise, iş bu noktaya gelene kadar verilen onlarca mücadeleyi görmezden gelmeyecektiniz. Ahlat’ta TSK komutanlarının HÜDA PAR’la verilen fotoğrafının boyası kurumamışken, teğmen yeminini “Ordu refleksi”, sonrasında yaşananları da “AKP’de çatlak” diye yorumlamak, bir dönem yapıldığı gibi AKP’ye karşı mücadeleyi Peker’e havale etmekten başka bir anlama gelmeyecektir.

CHP’NİN İÇİNİ KİM KARIŞTIRIYOR?

Cumhurbaşkanı adaylık meselesi, CHP’nin kaçamadığı gündem olmaya devam ediyor. Her ne kadar parti genel merkezi tarafından “Bizim böyle bir gündemimiz yok. Parti dışarıdan karıştırılmaya çalışılıyor” dense de, tüzük kurultayında yaşananlar durumun pek öyle olmadığını gösterdi.

Hatırlanacağı gibi Cumartesi günü, yani kurultayın ikinci gününde, açılış konuşmasını yine genel başkan yapmış, ardından da İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu kürsüye çıkmıştı. Sıra Mansur Yavaş’a gelince de “Benim konuşacağımı bir saat önce öğrendim” serzenişi salonu buz kestirmişti. Sonrasını biliyorsunuz. Önce Özel, ardından İmamoğlu ve Mansur Yavaş kürsüde bir araya gelerek aralarında hiçbir sorun olmadığını gösterdiler.

Sorun var mı yok mu ya da üçlü arasında cumhurbaşkanlığı adaylığı rekabetinin durumu bugünün yazı konusu değil. Ama manzara, 2023 Mayıs seçimleri öncesi bakanlıkların paylaşıldığı dönemi anımsatıyor. “Rejim nasıl yenilecek, yerine ne konulacak, bunun için kim ne kadar mücadele ediyor?” tartışmalarından çok uzak bir fotoğrafla karşılaştık. Bunun çok hayra alamet olmadığını deneyimleyerek yaşayan CHP genel merkezi tekrar aynı hatayı yapacak mı, bakıp göreceğiz.

CHP’nin dışarıdan karıştırılmaya çalışıldığını kabul etsek de, Cumartesi günü yaşananlara bakınca CHP muhaliflerinin partide çalkantı çıkarmak için çok özel bir gayret sarf etmelerine gerek olmadığını söyleyebiliriz.

BİRGÜN’ÜN FARKI

Geçen hafta gazete olarak birçok başlıkta pozitif olarak ayrıştık. Manşetlerde yaşanılan büyük yıkımın ana sorumlusuna işaret ederken, birçok haberle de bu gerçeği somutlamayı başardık.

Semra Kardeşoğlu’nun Hopa’da yaşananlara dair haberleri ve izlenimleri, yine gazetemizin izlediği yolu göstermesi açısından çok önemliydi. Yine BirGün Pazar’da yayımlanan 12 Eylül dosyası, geçmişten çok bugünü anlamak için kılavuz niteliğindeydi.

Reyting ve satış baskısını üzerimizde hissetmeden, ülkenin sahici gündemlerini gerçek insanların sözleriyle yani muhatapların kendisiyle sayfalarımıza, ekranlarımıza taşımaya devam edeceğiz.

Ülkenin girdiği zaman diliminde BirGün’e hiç olmadığı kadar ihtiyaç olduğunu görüyoruz. İktidara karşı mücadelenin görünür yüzlerinden biri olurken, “mış” gibi yapan muhalefete de bir çift sözü esirgemeyeceğiz.