Google Play Store
App Store

1914 yılında Birinci Dünya Savaşı başladığında, 1815’ten beri -en az beş kuşaktır- savaş görmeyen insanlar, savaşı büyük bir coşkuyla karşıladı. Ancak coşkunun yerini tepki ve öfkeye, kısa sürede ise geniş çaplı bir savaş karşıtı harekete bırakması şaşırtıcı oldu. Heyecan, coşku ve cesaretle savaşa giren çoğu insan, bu savaştan –eğer dönmüşlerse- militan bir savaş düşmanı olarak dönmüştü.

Savaşta, Avrupa’nın tek tek hükümetlerinin halklarını –özellikle gençliği- maniple etmesi kolay oldu. Almanlar Ruslar’ı, Rus ve Fransızlar Almanlar’ı, yani tüm taraflar bir “dış tehdit”i bahane etmişti (Oysa savaş, aleni bir sömürge savaşıydı). Ancak, hükümetlerin tezlerinin zayıflığına rağmen, halklar hükümetlere olumlu yanıt verdi. İkinci Dünya Savaşı’nda ise savaşı meşrulandırmak –en azından Almanlar’a karşı olan hükümetler yönünden- daha kolaydı. Zira karşıda Hitler gibi bir “canavar” vardı ve “faşizme ve nazizme karşı savaş” çağrısı, saygın bir çağrıydı.

Buna rağmen Birinci Dünya Savaşı’nın meşruiyet söylemi pek uzun ömürlü olmadı. Altı ayda biteceği düşünülen savaşın yıllarca uzaması, günde 5 bin 600 kişinin ölümü (savaş sonunda toplam ölü sayısı 10 milyonu bulacaktı), savaşın coğrafi, askeri, siyasi ve zaman sınırının ne olduğu konusundaki belirsizlik (Verdun’da 23 milyon top mermisi atıldığı, bir milyon asker öldüğü halde, taraflar iki yüz metre ilerleyememişti) başlangıçtaki meşruiyeti erken sona erdirdi. Başlarda coşkuyla askere yazılan insanlar, daha savaşın ortaları gelmeden, tüm arzularını kaybetmişlerdi.

∗∗∗

1917’de gerçekleşen Ekim Devrimi, Bolşeviklerin barış çağrısı ve barış anlaşmaları ve aynı tarihte “gizli savaş ve paylaşım anlaşmaları”nı deşifre etmesi, cephelerde savaşan askerlerdeki tepkiyi, “savaşı çıkaranlar”a karşı öfke ve nefrete çevirdi. Rusya’daki devrimci hükümetin tüm taraflara barış ve ateşkes çağrısı, cephede olan tüm ülke askerlerinde büyük bir sevgi ve umut yaratmıştı. Ekim Devrimi, ordularda isyan eden ve kaçan askerlerin sayısında çığ gibi bir artışa neden olmuştu.

Savaşı “gerici”, “emperyalist” bir savaş olarak niteleyen Bolşevikler, bunu bir “iç savaş”a çevirmek gerektiğini savunuyorlardı. Onlara göre, böyle bir savaşta, “evin satışa çıkarılması”, “herkesin kendi hükümetinin yenilmesi için savaşması” gerekiyordu. İşçi sınıfı için, emperyalist-gerici bir savaşta kendi hükümetinin yenilgisi ve böylece devrimin koşullarının olgunlaşması söz konusudur.

21. yüzyılın ilk çeyreği dolmadan, birincisinden 110 yıl, ikincisinden 85 yıl sonra, şimdi “Üçüncü Dünya Savaşı” konuşuluyor. NATO ve ABD başta olmak üzere batılı tüm güçler, uzun zamandır Rusya’ya karşı savaşan Ukrayna’nın sponsorluğunu yapıyorlardı. Şimdi Çin’i ve “ekonomik savaş” ilan ettikleri diğer ülkeleri hedef tahtasına koydular. Ve bu deli saçması emperyalist dünyada, Biden Trump’ı, Trump Biden’i, “üçüncü dünya savaşı çıkarmak”la suçluyor.

∗∗∗

Bir dünya savaşı başlatacak olanlar, “kendi yenilgileri”ne de hazır olmalıdırlar. Emperyalist savaş, her şeyden evvel, hevesle savaşa girenlerin yenilgisine sahne olur (savaşın en ateşli savunucusu Macron, -daha savaşı başlatmadan- kendi evinde yenildi bile). Savaşa girenler, zayıflamaya ve devrilmeye de mahkumdur (Ukrayna ve Zelenski iyi bir örnek olabilir).

Geçen yüzyıldaki iki büyük dünya savaşı, dünya çağındaki devrimci dalgayı yarattı. Birinci Dünya Savaşı’nda, devrimi iktidara, savaşa karşı tepki taşıdı. İkinci Dünya Savaşı’nda ise savaşın bizzat kendisi devrimci dalgayı yarattı. Dünyadaki koşullara baktığımızda, üçüncü bir dünya savaşı halinde, geçen yüzyılda olanların –kuşkusuz ki tıpatıp olmayan- bir benzeri tekerrür edebilir.