Google Play Store
App Store

12 yaşındaydım. 11’inde Y. Kemal, F. Baykurt okumuş ve çoktan “devrimci” olmuş olarak gittiğim yatılı okuldan, korkudan ödü patlatılmış ve solculuğa tövbe etmiş olarak dönmüştüm memlekete, yaz tatiline

12 yaşındaydım. 11’inde Y. Kemal, F. Baykurt okumuş ve çoktan “devrimci” olmuş olarak gittiğim yatılı okuldan, korkudan ödü patlatılmış ve solculuğa tövbe etmiş olarak dönmüştüm memlekete, yaz tatiline.

Ödüm patlamıştı; çünkü okulun “belletici öğretmen”lerinden biri yatakhanenin boş ve karanlık üst katına çekip sıkıştırmış, “kominist”liğe devam edersem geberteceğini söylemişti. Oyun sandığım devrimciliğin ucunda ölüm olabileceğini hissettim o gece. Battaniyeyi başımın üzerine çekip sabaha kadar titredim yatakta.

Evin önündeki ihtiyar dut ağacının elektrik tellerine değmesin diye budanmış dallarını sobalık kesiyordum. Ben yaşta, kim bilir nereden gelmiş çocuklar kasabanın elektrik direklerini yeniliyorlardı. İşi alan adamın ucuza çalıştırdığı işçi çocuklar…

Çığlıkların yöneldiği yere baktığımda, bacağından tellere asılmış titreyen yaşıtımı gördüm. Elektriğe kapılmıştı. Kapı önlerinde oturan mahalleli kadınlar koşturdu. Mahallenin deli-kanlısı Cavit direğe tırmanıp indirdi çocuğu. Cavit’in kucağında ölü-gibi kolları sarkık yatarken ağzına yoğurt tıkıştırmaya çalıştı kadınlar.

Kir pas içindeki yüzündeki beyaz yoğurt izleri ve açık gözlerinin akı günlerce rüyalarıma girdi. O, benim gördüğüm ilk “iş kazası”ydı.

Bunların kaza değil de “cinayet” olduğunu düşünemediğim günlerdi. Ölüp ölmediğini hâlâ bilemediğim o işçi çocuğun yüzü, korkudan vazgeçtiğim “vicdan”a yeniden sarılmamı sağladı. Demek bu kadar ucuzdu hayat! Demek bu kadar kolay ve yakındı ölüm; işçiysen eğer!

Başarılarını saymakla bitiremeyen AKP iktidarı en başa “ucuzluğu” koymalı! Hukuksuzluk, yağma ve kâr hırsıyla hızla yükselttiği binaların temelinde ucuz işçi hayatları var. Paha biçilmez değerde olması gereken her şeyi ucuzlattılar. Ucuz, hatta bedava olması gerekenler de pahalandı!

Okul parası için 5 gün önce girdiği işte hayatını kaybeden 21 yaşındaki Hıdır Ali, şu “zengin Yeni Türkiye”de değil de benim neslimin yoksul eski Türkiye’sinde okusaydı, okulun bedava, hayatın ise çok daha değerli olduğunu görebilecekti.

19 yaşındaki Ferdi ile 25 yaşındaki ağabeyi Tahir, pahalı yem yüzünden hayvancılık yapamaz olan babalarıyla birlikte, emeklerini pahalı “rezidans”lara ucuz harç yapmak zorunda kalmasalardı, hâlâ yaşıyor olacaklardı.

O rezidanslarda bir daire “milyon”la anılıyor. Aynı yerde 5 ay önce ölen işçi için ödenen ceza 5,600 TL. Bir hayatın değerine bakın, bir de o hayatları harcayarak dikilen binaların!

“İnançlı” bir iktidarın, inançlı Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanlarla yönettiği bir ülke burası... İnancı da ucuzlattılar ama… Kâh “bakara makara”, kâh madendeki ölülere “güzel” diyerek, kâh asansörle 32. kattan yere çakılan 10 işçiyi “şehit” ilan ederek…

Güzel ölüp şehit de olunca; bir ayda 40 inşaat işçisinin hayatını kaybetmesi, Almanya’daki işçi ölümlerini 13’e katlamış olmamız, 2002’den bu yana inşa edilen Yeni Türkiye’nin 14 bin 700 işçiyi yutmuş olması göze görünmüyor işte!

Asansör 32. kattan yere kaç saniyede çakılmıştır? O süre içinde kim bilir nasıl çığlıklar attı, o on işçi… Duyduk mu?

Her gün birer ikişer ölen, öldürülen işçilere gözünü kapayan, işçileri ancak 10’larla öldüğünde sayfalarına ve ekranlarına taşıyan medya duydu mu o çığlıkları.

Yere çakılan koca bir memleket, duyulmayan da onun çığlıkları aslında. Hayatlarını sudan ucuza verip memleket ekonomisine suni teneffüs yaptıran inşaat işçileri hep birlikte yere çakılmakta olduğumuzu haykırıyorlar.

Her iş cinayetinde, yüzünde beyaz yoğurt lekeleriyle götürülen ölü gibi çocuk gelir gözümün önüne. O yüz sayesinde ucuz ve gurur duymayacağım bir hayatı yaşamaktan kurtuldum ben.

O, ölmedi de yaşadıysa eğer, “ölüm”ünden bu güne “fıtrat”larla “şehit”lerle hayatın daha ne kadar ucuzlatıldığını da görmüştür!

Ucuzlatılan hayatlara gerçek değerini kazandıramadıkça, o çocuk işçinin ve tüm iş cinayeti kurbanlarının elleri yakamızda olacak!