Google Play Store
App Store

1492’de ilk kez ayak basan Avrupalıların Hindistan sandığı, sonra Amerigo Vespucci’nin adıyla anılmaya başlanan toprakların yerlilerinin -beyaz tenli işgalcilerin tanımlamasıyla ‘Kızılderililer’in- ne kadar kötü, vahşi, acımasız katiller olduğuna dair film görmeyeli epey olmuştu. John Wayne adlı ırkçı kovboyun boşluğunu doldurmaya niyetli gibi görünen Kevin Costner’ın son filmi Horizon: An American Saga (Ufuklar: Bir Amerikan Destanı) sayesinde Z Kuşağı da iyi kovboy-kötü kızılderili kavramsallaştırmasıyla tanışıyor.

Dört film olacağı söylenen serinin bu ilk filmi, iç içe anlatılan üç ana bölümden oluşuyor: İlk bölümde beyaz-kızılderili düşmanlığı, ikinci bölümde beyaz yerleşimcilerin kendi aralarındaki paylaşım sorunlarından kaynaklanan çatışmalar, üçüncü bölümde yine beyaz-kızılderili düşmanlığı anlatılıyor.

İtiraf edeyim, destan olayım derken mestan bile olamayan, hem ideolojik sorunları hem de basmakalıp öyküsü nedeniyle çok sıkıldığım ve zor bitirdiğim bir film oldu Horizon.

∗∗∗

Filmin 18. dakikasında başlayıp 32. dakikasına kadar süren dehşetli bir baskın sekansı var. 1863 yılının Mayıs ayında, yani Amerikan İç Savaşı’nın tam ortasında, güzel bir dans etkinliği düzenleyerek keyifli bir gün geçiren beyaz yerleşimciler, gece çöktüğünde bir kızılderili grubun saldırısına uğruyor.

Gerçi filmin 7. dakikasında, kızılderililerin katlettiği bir baba ve küçük oğlunun cesetleriyle karşılaşmıştık ama bu kadarcık dehşet yetmez elbette; Kızılderililerin kadın-erkek, yaşlı-çocuk demeden herkesi sadistçe öldürdüğü bu 14 dakika boyunca, Hollywood’un western filmleriyle hem kendi halkına hem de dünyaya pompaladığı ‘kötü yerlilere karşı iyi ve uygar beyaz adam’ ideolojik mitini tekrar görüyoruz.

Beyazlar o kadar iyi ki, dans sahnesinde (15. dakika) elindeki tüfeği çocuklara doğrultup onları korkuturken gördüğümüz zorba ergen, ateş ve kan deryasının ortasında (29. dakika) bu zorbalığı için özür diliyor. Bir tarafta böyle iyi ve güzel insanlar, diğer taraftaysa hiç konuşmayan, konuşsa da anlamayacağımız empati yoksunu vahşiler var.

Bu dehşet sekansının bir sahnesinde, ikisi küçücük çocuk olmak üzere beş kişilik bir ailenin, içinde bulundukları çadıra kızılderililer girince, bu vahşilere teslim olmak yerine bir fıçı barutu patlatarak kendilerini ve katilleri öldürmelerini izliyoruz; aile beş kişi, kızılderililer iki kişi...

Bu sayısal değerleri ve detayları, filmin anlatı yapısını olabildiğince nesnel biçimde çözümleyebilmek amacıyla veriyorum; 181 dakikalık filmin ilk 30 dakikası boyunca, Kuzey Amerika kıtasının batı bölgelerine doğru ilerleyip yeni bir hayat kurmak isteyen beyazların nasıl vahşilerle karşı karşıya kaldığını vurgulayan senaryo stratejisini daha iyi anlamak için.

∗∗∗

Bu katliamın ardından, film iki düzlemde ilerliyor. Bir yanda kızılderililer var: Katliamı düzenleyenlerin lideri olan acımasız genç ile babasının tartışmasını izliyoruz. Oğul övünçle katliamı anlatıyor, baba ise bunun yanlış olduğunu söylüyor. Babanın tavrını hümanistliğine verebilirsiniz, vermeyin! Baba, ölen solukyüzlülerin yerine yenileri geleceği gerekçesiyle karşı çıkıyor katliama...

Diğer yanda, sevdiklerini gömen, yas tutan beyazlar var: Lacivert üniformalı Kuzey ordusu askerleri, ortalığın toplanmasına yardım ediyor. Teğmen, bu bölgeye huzurla yerleşmelerinin mümkün olmayacağını, kızılderililerin sürekli yeniden saldıracağını, en iyisinin bu bölgeden ayrılmaları olduğunu söylüyor.

İkinci bölümde, çeteleşmeye başlayan haydutları görüyoruz. Yani bu masum beyaz yerleşimciler bir yandan vahşi yerlilerle uğraşırken bir yandan da kendi içlerindeki haydutlarla boğuşmak zorunda kalıyorlar.

∗∗∗

Anlatı yapısında simetrik olarak yerleştirilmiş iki katliam ve bir çatışma var; 14. dakikada kızılderililerin beyazlara yönelik katliamı, filmin tam ortasında beyaz haydutlar, sondan 14. dakikada ise beyazların kızılderililere yönelik katliamını izliyoruz.

Filmin 163-166. dakikaları arasında, profesyonel kızılderili avcılarının -götürdükleri her kafa derisi için para alan katiller- bir kızılderili kabilesine saldırdığını görüyoruz. Böylece, “Haksızlık etmeyelim canım, katliamlar karşılıklıydı.” söylemi de filmdeki yerini almış oluyor.

Ama hem bu beyazlar kızılderililer kadar becerikli katiller değil, hem sonrasındaki ganimet toplama anları da dahil katliam sadece üç dakika sürüyor, hem de ölümleri mümkün olduğunca uzak planlarla izliyoruz. Böylece, kızılderililerin öldürülmesine o kadar da üzülmüyoruz. Zaten senaryonun nedenselliği gereği, bu katliam başlangıçta tanık olduğumuz katliamın sonucu olduğu için, çok da dert etmeye gerek yok.