Ülke futbolu: Bir yalanı ne kadar çok tekrar edersen…
Şampiyonlar Ligi ön eleme turunda Young Boys karşısında iki maçta da yenilerek elendi Galatasaray. Türk takımlarının Avrupa arenalarında kim bilir kaçıncı kez karşılaştığı tekinsiz bir akşam daha. O tekinsiz Avrupa akşamlarına dair bir çırpıda hatırladıklarım: Östersunds, Trömsö, Karpaty Lviv, Sigma Olomouc ve diğerleri…
Daha önce Fenerbahçe’yi elemiş, geçen akşam Galatasaray’ı saf dışı bırakan Young Boys’un toplam kadro değeri 63,2 milyon Euro, bizim har vurup harman savuran üç İstanbul kulübünün yanında devede kulak misali. Bu yenilgiden sonra kimileri hakemi suçlayacaktır, kimileri takımın teknik direktörünü. Oysa ülke futbolunun temel sorunu kendi liginin kalitesizliğinde saklıdır, kendi ligindeki rekabet eksikliğinde. Üç büyükler masalının arkasında, kendi kalite yoksunu liginde etkilerle, baskılarla, ucuz penaltılarla şampiyon olursun ama Avrupa’nın vasat takımlarına bile gücün yetmez. Kendi liginin kalitesizliği Edirne’den öteye lanetin olur, inandığın masal makus kaderin…
Daha önce de yazmıştım, üç büyükler edebiyatının Türk’ün Türk’e masalı olduğunu, bu masalın ülke futbolunda yarattığı rekabetsizliği, üç kulüpten ibaret bir ligden başarı çıkmayacağını. Kendimi bildim bileli, Edirne’den Van’a yurdun dört bir yanında anlatılan, anlatıldıkça gerçek olacağına inandırıldığımız bu masalla büyür ülkem çocukları. Hikâyenin en başından futbol nesillerini esir alan ama asla gerçek olmayan bir masal. Tıpkı Kaf Dağının ardındaki “Anka Kuşu” misali… Olsa olsa, Türk’ün Türk’e propagandası! En fazlasından, hükmü yalnızca bayrağımızın dalgalandığı topraklar üzerinde geçen, paranoyak bir aşk masalı…
Ama anlattıkça gerçek olmaz masallar, siz ne kadar inanmış olsanız da...
Çok bilindik hikâyedir, 2. Dünya Savaşında Almanların kullandığı ‘büyük yalan” tekniği. Adolf Hitler’in yardımcısı, Propaganda Bakanı Joseph Goebbels’e göre yeterince büyük bir yalan söyler ve onu tekrar etmeye devam ederseniz, insanlar sonunda ona inanmaya başlayacaklardır. Ne kadar büyük yalan, o kadar çok tekrar! Naçizane görüşüm, ülke futbolunun durumu budur. Onca fakirliğin, onca kabullenmişliğin, onca ezilmişliğin, onca küçük olmayı hepten kabul etmişlerin arasında kolaydır “büyük” olmak! Medya desteğiyle, taraflı futbol yorumcularıyla, kollayıp koruyanlarla, ucuz penaltılarla. Zaman içinde kendin bile inanırsın büyük olduğuna ta ki tekinsiz bir Avrupa akşamına kadar. Hani o meşhur Kemal Sunal filmindeki gibi… Cılız ve zayıf birinin, güçlü, kuvvetli, yumruklarını değil ülkede, Avrupa’da sayacak hiç kimsenin olmadığına, onların bir vuruşta dağları deviren bir babayiğit olduğuna inanırsın. Oysa muhtemel en büyük Türk yalanı!
Üç büyükler (!) vasat ligimizde genelde iyi de oynasalar kazanırlar, kötü de... Yenseler de yenilseler de hep onlar manşetlerdedir, diğerleri yokmuşçasına. Önemli olan gazetelerin daha çok satması, spor sayfalarının daha çok okunması, bol “geyikli” futbol programlarının daha çok izlenmesidir. Bu uğurda her masal mübahtır, kandırılmış futbol çocuklarına... Velhasıl kendi çöplüklerinde işleri genelde tıkırında gider, mutlu mesut oynarlar üzerlerine yapıştırılmış “büyük” rolünü… Ancak işin başka bir boyutu vardır, her hikâyede olduğu gibi… Küçüklerin içinde büyük olmak kolaydır ama gerçek büyüklerin içinde her an mümkündür belalı bir gecenin çıkıp gelivermesi... İşin bir de Avrupa boyutu vardır; o arenalarda belalı akşamlar denk gelir bizim büyüklerimize. Ah o belalı akşamlar!
O belalı akşamlarda, tıpkı Young Boys karşısında olduğu gibi sonuç genelde hüsran olur bizimkilere. Erken turlarda havlu atarlar büyükler arenasına, büyük olmayanlara karşı bile. Ne harcadıkları milyonlarca Eurolar ne gazetelere sezon başı verdikleri iddialı demeçler, ne de yaşı kemale ermiş, Avrupa futbolunda “son kullanım tarihini” çoktan geçmiş Avrupa patentli oyuncular yetmez onları üst turlara taşımaya. Annemizin liginde formalara taktıkları yıldızlarla, figüranlara karşı aldıkları galibiyetlerle avunurlar. Kendi liginde arka arkaya şampiyonluklar yaşamış bir takımın, ön eleme turunda, vasat bir Avrupa takımı karşısında toz duman olması ligimizin kalite belgesidir oysa. Bir Ağustos akşamında biter yalan, her ne kadar görmek istemeseniz de... Ahlar, vahlar, şanssızlık nidaları ile geçer tatsız zamanlar. Zaten zaman dediğin nedir ki, geçer. Sonra... Sonra tekrar döneriz kendi yalanımıza. Bıraktığımız yerden devam ederiz her belalı akşamın sabahında. Az zaman sonra kendi ligimize döneriz, adının başına eğreti bir “Süper” sıfatını eklediğimiz. Şimdi kendi çöplüğümüzde ötecektir borumuz. Gazeteler üç büyüklerimizi yazacaktır sayfa sayfa. Spor programlarının baş tacı, ekranların kralı olacaktır, ayda bilmem kaç liraya…
Nasılsa “Büyükler” masalına alışmıştır futbolsever!
Nasılsa Türk futbolunda aslolan İstanbul masalıdır! Nasılsa büyük bir yalanı söyler ve onu tekrar etmeye devam ederseniz büyüklüğünüze inanacaktır taraftarlar ve futbolseverler. Nasılsa kısa zamanda unutulur hezimetler, Östersunds, Trömsö, Karpaty Lviv, Sigma Olomouc...
Ama anlattıkça gerçek olmaz masallar, siz ne kadar inanmış olsanız da... Zira mesele büyük olduğuna inanmayanları büyüklüğüne ikna etmektir. Edirne’den ötede ayakta kalmaktır. Mesele “Young Boys”lar karşısında çuvallamamaktır. Velhasıl Bir dahaki tekinsiz akşama kadar yaşarız masalımızı…
• • •
Bu yenilgiden sonra bir şeylerin değişmesi gerektiğini soylecektir birileri. Kimi teknik direktörü suçlayacaktır, kimi futbolcuları. Oysa değişmesi gereken, ülkenin futbola bakış açısı, topyekûn… Koca bir ülkeyi, tek şehirden ibaret sayan hastalıklı bakış açısı, değişmesi gereken. Futbolu yönetenler, kulüpleri yönetemeyenler, başkanlar, spor medyası, televizyon kanalları, naklen yayın hakları, havuz, üç büyükler yalanı, figüranlar, boş statlar, velhasıl futbola dair tutunduğumuz her şeydir değişmesi gereken…
Zira bildiğim, futbolda başarı rekabetten, maç günleri ülkenin dört yanında dolu futbol mabetlerinden, bir şehri tribünlerden sevmekten geçer. Küçük büyük ayrımı gözetmeden, o güzel oyunun tüm aktörlerine eşit yaklaşmaktan, maç günleri kıraathaneleri değil tribünleri doldurmaktan, rekabetten geçer. Kendi liginde Young Boys’ları yaratamadığın sürece Avrupa arenalarında başarısızlık kaderin olur. Maç günleri ülkenin dört bir yanında futbol mabetlerini dolduramayan bir ülkenin futbolu asla ilerlemez. 60’ını çoktan devirmiş, nicedir futbolun beşiğinde, küçük büyük ayrımı gözetmeden maç günleri her kulübün tribünlerinin tıka basa dolduğuna şahit olmuş bir futbolsever olarak naçizane gözlemim budur.
Yazarın Son Yazıları
- Premier Lig Seyir Defteri: Nottingham Forest; Stamford Bridge’de tek puan
- Premier Lig Seyir Defteri: Southampton FC, Emirates’te Sonbahar hüznü
- Championship Günlükleri: Hull City, deplasman fırtınası
- Premier Lig Seyir Defteri: Leicester; Emirates’te uzatmalarda kayıp
- Premier Lig Seyir Defteri: Manchester United, Palace deplasmanında tek puan