Ülkede 8 Mart ruhu...
Geçen hafta, sanki 8 Mart’a özel olarak gösterime sokulan iki film var. Zulüm gören kadınların intikam öyküleri üstüne kurulu bu filmlerin ne yazık ki ikisi de birbirinden kötü!
İlki, uluslararası gösterim programını Ekim 2023-Temmuz 2024 arasında tamamlamış ama Türkiye’de Mart 2025’te gösterime giren Boudica (2023), MS 60-61 yıllarında Britanya’yı işgal eden Roma imparatorluğuna karşı direnen bazı Briton kabilelerinin Kraliçe Boudica’nın etrafında birleşmesini anlatıyor. Bu basit özetle film, ‘neredeyse feminist’ bir direniş öyküsüymüş gibi algılanabilir. Bazı anlarda buna yaklaştığı da oluyor: Boudica, Roma İmparatoru Nero’nun “Kadından yönetici olmaz!” söylemini yıkarak Kelt kabilelerini belli ölçüde bir araya getirmeyi başarıyor örneğin. Ama sadece o kadar...
Doğrusu, tarihçi Tacitus bile, Roma İmparatorluğu tarihiyle ilgili dev yapıtı Yıllıklar’da (Annals) Boudicea’dan söz ederken bu filmden daha feminist bir tavır takınıyor: “Boudicca, kızlarını önüne oturttuğu bir arabayla klan klan dolaşıp itirazını iletti. Kadınların komutasında savaşmak Britonlar için alışılmış bir şeydi, ama şimdi o, gasp edilmiş krallığının intikamını alan, görkemli bir soya sahip bir kraliçe değil, özgürlüğünü kaybetmiş, bedeni kırbaçla işkence görmüş, kızlarının lekelenmiş onurunun intikamını alan bir halk kadınıydı.” (14. Kitap, 35. Bölüm)
Filmdeyse Boudica’nın bir lejyonu yok edebilmesinin nedeni, gerçekte olduğu gibi güçlü bir kadın olması değil, babasından kalan bir kılıç... Boudica’nın babası bu kılıcı nedense damadına (krala) teslim etmiş. Boudica, kılıcın varlığından yıllar sonra haberdar oluyor. Anlaşılan o ki, hiç oğlu olmayan baba, kılıcı ‘mecburen’ kızına miras bırakacak. Ama buna da eli gitmiyor, ileride bir gün kızına versin diye damadına bırakıyor. Miras kılıç, açıkça bir ‘fallik güç aktarımı’ aracına dönüşüyor -’baba’dan ve ‘koca’dan aktarılan sembolik bir fallus... Filmin bazı anlarında bu kılıç, tıpkı Kral Arthur efsanesindeki büyülü kılıç (Excalibur) gibi mistik güçleri olan bir nesneye dönüşüyor. Örneğin, Boudica çağırınca kılıç havada uçarak kraliçenin eline doğru gidiyor.
Boudica’nın hiçbir başarısı kendisinden kaynaklanmıyor, her şey bu büyülü kılıç sayesinde oluyor. Bronzdan yapıldığı için çok ağır olan kılıç, Boudica dışında herkesin elinde hantal bir metal parçası olarak kalırken, Boudica’nın elinde dünyanın en hafif ve keskin silahına dönüşüyor.
Yani anlatı aslında Neron’un söylemini yıkmıyor, sadece onu gizliyor. Boudica, erkekleştiği ölçüde başarılı bir savaşçı oluyor. Bu öyle bir kadınlık-erkeklik trafiği ki, girdiği son çatışmada, kızlarının hayaletleri gelip öleceğini bildirirken Boudica’ya şöyle diyorlar: “Artık yine eş ve anne olma zamanın geldi.”
Nero bunu duysa, haklı çıktığını düşünerek pis pis sırıtırdı herhalde...
∗∗∗
Tüm gösterim takvimini Singapur’dan Myanmar’a, Pakistan’dan Tayland’a dek 16 ülkede 2024’te tamamlamasına rağmen, Mart 2025’te Türkiye’de gösterime sokulmasına bakılırsa zamanlaması 8 Mart’a göre ayarlanmış gibi görünen ikinci film, Endonezya yapımı Vina: Kötü Ruh (2024).
Bu filmin kötü olmasının ilk nedeni, 2016’da korkunç bir erkek şiddetiyle öldürülen bir genç kızın gerçek öyküsünden yola çıkıp işi basit bir hayalet hikayesine -korku ticareti!- çevirmesi... Buna göre, motosikletli bir çete tarafından tecavüz edilip öldürülen Vina, trafik kazasında öldüğü zannıyla otopsi bile yapılmadan gömüldükten sonra, arkadaşı Linda’nın bedenine giriyor ve başına gelenlerin açığa çıkmasını sağlıyor.
Filmin ideolojik tavrı aşırı derecede sorunlu. Toplu erkek şiddetiyle canını kaybeden kız, muhafazakar ve fakir bir Müslüman ailenin kızı. Film bunu her fırsatta vurguluyor, bir yandan da Vina’nın bir moda gösterisinde podyuma çıkarak tecavüzcü katillerin dikkatini çekmesi gibi sahnelerle, tipik erkek-egemen bakışı yeniden üretmeyi de ihmal etmiyor -’Onun da o saatte, o kıyafetle, orada ne işi varmış?!’
Tecavüzcü katillerin lideri olan gençse, Aile Şerefi (1976) filmindeki zengin ve şımarık Oktay’a fazlasıyla benziyor: Hiçbir dinsel göstergenin yer almadığı ultra lüks bir malikanede, tümüyle batılı/seküler tarzda yaşayan bir ailenin oğlu.
∗∗∗
Haberlere göre, 2016’da yaşanan olayın ardından, çetenin 7 üyesi yakalanıp hapse atılmış, üçü kayıplara karışmış. Filmde bu ‘kayıplara karışma’ öyle doğaüstü bir biçimde -sanki kızın hayaleti o gençleri öldürüp intikamını almış gibi- anlatılıyor ki, eğer katiller filmi görmüşse, pis pis sırıtarak izlemişlerdir büyük olasılıkla...
Bir de, filmin Türkçe adındaki hataya -hata mıdır, bilinçdışının etkisi midir, emin değilim- değinmek gerek: Filmin orijinal adı, Vina: Sebelum 7 Hari. Birebir anlamı, ‘Vina: 7 Gün Dolmadan’. Filmde hiç kötü ruh, şeytan vs. yok, sadece öldürüldükten sonraki yedi gün içinde intikamını almaya çalışan masum bir kızın hayaleti var.