Ülkede ortaya çıkan tablonun turnusolu, eğitim politikaları

Kemal IRMAK - Eğitim Sen Başkanı
Türkiye’nin kanayan yarası; uygulanan eğitim politikalarıyla, eğitimin ve de ülkenin geldiği durumdur. Özellikle AKP döneminde ve özelde de Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in uygulamalarıyla eğitim kangrene dönüşmüştür. Bilimsel ve kamusal eğitim yaklaşımından uzaklaşıldıkça, eğitimde sorunsuz bir alan kalmamıştır. Hukuksuzluğun, haksızlığın, yasa tanımazlığın olduğu bir yerde, demokratik değerlerden, demokratik laik ve bilimsel eğitimden zaten söz edilemez. Çünkü hakkı, hukuku, adaleti, eşitliği, farklılıklara saygıyı, doğaya ve insana sevgiyi eğitim anlayışınızla kazandırırsınız.
Eğitimi bu değerlerden uzaklaştırarak, piyasacı ve dinci eğitimi merkeze aldığınızda da, her şeyin ölçüsü para ve dogmaya dayalı bilimsel olmayan dinci ölçütler olur. Toplumu kandırmak, gerçeklerden uzaklaştırmak için dini önemli bir aparata dönüştürdüler. Ve bu aparatın uygulamalarını eğitimin her kademesinde (okul öncesi eğitimden, üniversiteye kadar) görebilirsiniz.
Uygulanan eğitim politikalarıyla, birey olmanın, toplum olmanın, onun insani, ahlaki ve vicdani değerlerini taşımayı anlamsızlaştırdılar. Oysa eğitim; eşitlik, özgürlük, adalet, birey hakları, toplumsal sorumluluk vb değerleri içselleştirmenin en önemli aygıtıdır.
“Toplumların çimentosu olan ve toplumu bir arada tutan ilkeler parçalanıp, kültür, etik, demokratik değerler, eğitim, hukuk, adalet gibi insanlığa ait tüm üst değerler yok edildikçe, toplumlar çöker, gelecek umudunu yitirir, her şey kokuşur ve zamanla herkes de bu kokuya alışır ve hatta rahatsız olmayacak konuma gelir. O toplumu oluşturan bireyler hayattan zevk almaz ve başta gençler olmak üzere hiç kimse geleceğe dair umut besleyemez. Birey ve toplum olmanın anlamı yok olur ve anlam kaybına uğrarlar.” Paragraftaki düşünceler ünlü Fransız sosyolog Emile Durkheim’ın “Anomi Toplumlar” başlıklı çalışmasının özeti. Sanırım bize çok yabancı gelmedi. Tek adam rejimine geçtikten sonra, Anayasa yok, hukuk yok, yasa yok, etik yok, temayüller yok, demokratik değer ve kurumlar yok. Hukukun, yasanın, etik ve demokratik değerlerin olmadığı yerde eleştirel ve bilimsel eğitim olur mu? Olmaz! Anomi toplum olur. Ve o toplumsal düzenin yıkıcı sonuçları olur.
ÇEDES VE PROTOKOLLER
Somut öğrenme döneminde ki 4-6 yaş grubu öğrencilere Kuran kursları veriliyor. Birçok anaokulunda öğlene kadar normal okul öncesi eğitim verilirken, öğlenden sonra bu okullardaki sınıflar sübyan sınıfına dönüştürülüyor ve din eğitimi veriliyor. Neredeyse tüm ilkokullarda Kuran kursları veriliyor. Ortaokul ve liselerde zorunlu derslere seçmeli dersler eklenerek din eğitimi yoğunluklu bir müfredat uygulanıyor. ÇEDES Projesi kapsamında başta Diyanet İşleri Başkanlığı olmak üzere, iktidarla ters düşmeyen ne kadar dini vakıf, dernek varsa hepsi okul koridorlarında cirit atıyorlar. Küçük ortak küsmesin diye, onun gençlik örgütüne de bu koridorlarda alan açıyorlar. Sanki, hepsi bilim alanına yaptıkları çalışmalarla Nobel ödülü sahibi!
Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ile insana, canlı hayatına, dünyaya ve evrene yönelik analiz etme ve analitik düşünce ortadan kaldırıldı. Felsefe dersleri oldukça sınırlandırıldı. Oysa Felsefe tüm bilimlerin başlangıcıdır. Evrim müfredattan çıkarıldı. Evrimsel süreçler anlatılıyor ancak buna evrim denilmiyor. Fakat diğer yandan ders saatleri artırılan, zorunlu, seçmeli(zorunlu), çeşitleri artırılan din ve maneviyat içerikli derslerde, sürekli bir “evrende olağanüstü bir düzen olduğunu, bu düzenin bir yaratıcısı olduğu” bilgisi sıklıkla ifade ediliyor. Murat edileni anlamak elbette zor değil. Herkese şu algı yerleştirilmek isteniyor. Tek gerçek var oda yaratılış. Bilime, bilimselliğe, böylelikle laik ve bilimsel eğitime, laik yaşama aslında açılmış bir savaş ve meydan okuma var.
LAİKLİĞİN GEREĞİ
Bunları ifade edince, yazınca söyleyince “bunlar insanların inancına saygısızlık ve saldırı” diye de manipüle ediyorlar. Hayır! Herkesin inancına saygılıyız. Ancak laik bir ülkede herhangi bir inanç, devlet ve iktidar tarafından kullanılamaz. Bir inanç biçimi insanlara, okullarda öğrencilere zorla dayatılamaz. Kamusal alanlarda bir inancın, yaşam tarzı, ritüelleri başkalarının üzerinde psikolojik baskı oluşturacak şekilde sergilenemez.
Herkesin inancını yaşaması yasalarla güvence altına alınır. Kişilere zorlanamaz, kamusal alana sokulamaz. Laikliğin gereği budur.
Aslında bilime savaş açmanın bedeli ve sonucu bellidir. Kaybediş… Ne zaman bilimle din arasında bir uzlaşmazlık çıksa, bilim bu uzlaşmazlıktan yengiyle, alnının akıyla çıkmıştır. Çünkü dogma değildir, bilimsel anlayış ölçülü ve araştırıcıdır; bütün doğruyu bildiğini öne sürmediği gibi, en iyi bildiği şeyin bile bütünüyle doğru olduğunu savunmaz. Tarihte bunun binlerce örneği varken, bunun bilinmiyor olması mümkün değildir.
Bir yandan iktidarda kalmak hırsıyla toplumu konsolide etmek. Diğer yandan inançları kullanarak, bir takım kirliliklerin üstünü örtmek, hedef şaşırtarak, başkalarını suçlu konumuna sokmak. Bugün iktidar buna fazlasıyla başvurmaktadır. Çünkü doğrular, insanları, özellikle iktidarda olanları fazlasıyla tedirgin eder.
Bu tedirginlik o kadar geniş boyutlara ulaşmış durumda ki ve gün geçmiyor ki demokratik haklarını kullanan kesimlere yönelik operasyon ve soruşturma açılmasın. Halkın iradesine el koymalar, gazeteleri susturmak, gazetecilere soruşturma açmak. Yasal siyasal partilerin üye ve yöneticilerine yönelik gözaltı ve tutuklamalar. Dalga dalga muhalif kesimlere yönelik operasyonlar. Böylesine anti demokratik bir iklimde, demokratik eğitimden, bilimsel eğitimden söz etmek mümkün mü?
PARMAK SALLIYORLAR
Milli Eğitim Bakanlığı - Personel Genel Müdürlüğü - 29/01/2025 tarihli ve tüm çalışanlara tebliğ edilmek üzere yazı çıkarıyor. Yazının özeti şu; “Bir daha iş bırakırsanız sonunu siz düşünün minvalinde bir yazı. İş bırakınca çocukların, eğitim hakkını engelliyormuşuz. Uyguladıkları piyasacı ve dinci eğitimle birçok kesimin (yoksulların, laik) eğitim hakkını ihlal eden Bakanlık bunu söylüyor. İktidar ve Milli Eğitim Bakanlığı bunu o kadar abarttı ki 30 yıl önce, daha kamu emekçileri için sendika yasası bile yokken, sendikal haklar ve özgürlükler mücadelesi kapsamında yürütülen fiili-meşru sendikal faaliyetlere dahi bu tarz gözdağı verilmemişti. Şimdi ortada yasa var, uluslararası sözleşmeler var. Ancak bakanlık ve iktidar yasa tanımayız diyor.
Herkesi zapturapt altına almak için, inançları kullandılar. İnançlarla insanları tüm yaşananlara razı eden, biat eden duruma sokma politikalarını çok etkin kullanan iktidar, bunun yeterli olmadığı yerde sopa siyasetini kullanıyor. Kendi kamu çalışanlarına, eğitim emekçilerine parmak sallıyor.
Diğer taraftan eğitimin hiçbir sorunu çözülmediği gibi, yapısal sorunlar artarak devam ediyor. Eğitim dışına itilen öğrenci sayısı (Milli Eğitimde ve Üniversite de) son üç yılın en yüksek seviyesine çıkmış. Eğitimde ticarileştirme artarak devam ediyor. MESEM’lerde öğrenci sömürüsü devam ederken, öğrencilerin güvenliği tehdit altında. Yüz bine yakın “ÜCRETLİ ÖĞRETMEN” kölelik düzeyinde ücrete çalıştırılıyor. ÖMK ile birlikte öğretmenler arasında eşitsizlikler derinleşerek devam ediyor. Her dört çocuktan biri gün boyu okulda aç kalıyor. Bütün bunları eğitim hakkı ihlali görmeyen bakanlık, iş bırakmayı çocukların eğitim hakkı ihlal ediliyor diye sopa gösteriyor. En büyük eğitim hakkı ihlalini bakanlık yapıyor. Kendisini uyarıyor, gerçek sorunlarla ilgilenmeye davet ediyoruz. Aksi takdirde saraydan af dileye bilir. Ama bizim affımız olmaz… Eğitim meselesi memleket meselesi çünkü…