Ulusal tarım/ Küresel şekillenme
Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) ve arkasındaki büyük güçler, tarımın küreselleşmesini tam olarak sağlayamadı. Gelişmiş ülkeler (GÜ) arası rekabet, GÜ'lerin sa
Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) ve arkasındaki büyük güçler, tarımın küreselleşmesini tam olarak sağlayamadı. Gelişmiş ülkeler (GÜ) arası rekabet, GÜ'lerin sadece kendi aralarında değil kendileri dışındaki üçüncü dünyaya karşı çifte standartlı ve ulusmerkezci politikaları; gelişmekte olan ülkeler (GOÜ) ile daha azgelişmiş ülkelerin (AGÜ), kendi aralarında bazı çıkar çelişmelerine rağmen, GÜ'lerin kendilerine dayattığı politikalara karşı aralarında çeşitli ittifaklar kurarak direnmeleri, DTÖ görüşmelerini çıkmaza sürükledi.
Ancak, GÜ'ler bu başarısızlığı kabullenmediler. DTÖ müzakerelerinin uzun vadede kendileri için olumlu olabilecek sonuçlarını bekleme, sonuç almayı zamana yayma pozisyonuna girmediler. En azından güçlerinin yettiği GOÜ ve AGÜ'lere karşı iki yoldan tarım piyasalarını liberalleştirme baskıları yapmaya başladılar: Birinci yol, ikili ekonomik anlaşmalarla açıldı. GÜ'lerin kendi pazarları için tehdit ar-zetmeyen sanayi ürünlerine ve zaten net ithalatçı oldukları tarım ürünlerine iç pazarlarını açmalarının karşılığı, GOÜ ve GÜ'lerin tarım ve hizmetler piyasalarına (sanayi ürünlerinde yollar zaten genelde açıktı) giriş olanakları elde edildi. Koşullu krediler ve yardımlar yoluyla bu yol daha da kullanışlı kılındı. İkinci yol, IMF/DB programlarının uygulanması aracılığıyla tarım piyasalarının liberalleştirilmesiydi. Burada Türkiye örneğini bir model oluşturacak denli önemli bir rolde görüyoruz. Her iki durumda da, GÜ'lerin politikalarıyla uyumlu çokuluslu şirketleri (ÇUŞ), tohum, GDO gibi tarımsal sanayi ürünlerinde açılan yolu iyice genişlettiler.
Türkiye için önce 1994'te girişim yapıldı ancak girişim kesintiye uğradı. Siyasi ortam uy-gunlaştırıldıktan sonra, 2000'den itibaren çok daha köklü ve iktidarlarla değişmeyen bir Tarım Reformu Uygulama Projesi (TRUP) yürürlüğe sokuldu. Bu proje o kadar radikaldi ki, adeta boş bir kağıda taslak çizer gibi çizilmişti. Bir deney laboratuvarına dönüştürülen Türk tarımı sadece desteklerin köklü bir biçimde daraltıldığı yeni bir sürece sokulmadı; üretim, girdi, fiyat temelli desteklerin tümüyle tasfiyesini, tarımsal işletmelerin ve işgücünün köklü bir biçimde daraltılmasını, tarımda dışa karşı efektif korumanın ciddi bir biçimde düşürülmesini öngören yeni döneme giriş yaptı. Öngörülen tek destek biçimi, doğrudan gelir desteğiydi (DGD).
Türkiye, tarımına ulusal gelirinin yüzde ı'ini bile ayıramayan bir ülke konumuna getirilmiş bulunuyor. Üstelik bu ülkede, tarımın ulusal gelire katkısı hâlâ yüzde 11 civarında bulunurken! Tarımsal desteklerin ulusal gelire oranı son 4 yılda binde 7-8 civarında gerçekleşti. 2005 yılı bütçesi için Tarım Bakanı "yüzde ı'in altına düşmeyecek" dediği halde, 2005 oranı yüzde 0,76 düzeyinde kaldı. 2006 yılı içinde, "tarımsal destekler bütçenin yüzde birinden az olamaz" hükmünü içeren yasa çıkarıldığı halde, destek oranı yüzde 0,87 oldu. Böyle bir yasa çıktıktan sonra hazırlanan ilk bütçe olmasına rağmen 2007 bütçesi dahi yüzde 0,83'lük bir destek oranıyla teklif edilebildi.
Türkiye tarımında bir yılda 900 bin kişilik işgücü azalışı olduğunu söyleyerek, kentlerde yeni işsiz gettoları oluşturmaktan başka bir hedef gösterilmeyen tarımsal kitlelerin tasfiye süreciyle övünülebildi.
Şimdi Türkiye uygulamasının en azından DGD'ye radikal geçiş ve bunun uygulama özellikleri bakımından bir başarısızlık olduğu DB ve OECD çevreleri tarafından dahi kabul ediliyor. Ama bu çevreler, Türkiye'nin girdiği yeni sürecin genelde "başarılı" olduğunu iddiaya devam ediyorlar. Bunun, küreselleşmeden en çok çıkarı olan ülkeler açısından doğru olduğu tartışılmaz.


