Uluslararası konjonktür Erdoğan’dan yana (mı?)
Jeopolitik satan tek adam rejimi uluslararası konjonktürden de yararlanıyor. Erdoğan’dan istediklerini alan emperyalist merkezler ülkedeki otoriterleşmeye sessiz. Uluslararası konjonktür ne olursa olsun toplumsal hareketlerin de kendi dinamikleri var. Yakın siyasi tarih bir kıvılcımın tüm bir bozkırı tutuşturduğu örneklerle dolu.

Uluslararası konjonktür Erdoğan yönetiminin lehine bir tablo mu çiziyor?
Gemi azıya alan tek adam rejiminin toplumsal muhalefeti boğmaya çalışması, siyasi rakiplerini birer birer ekarte etmesi, göstere göstere gerçekleştirilen İmamoğlu operasyonu bu soruyu beraberinde getirdi.
Emperyalizme göbekten bağımlı siyasal İslamcı rejim, küresel güç merkezlerinin açık desteğini arkasına alırken jeopolitik rekabetin tırmandığı, yeni paylaşım savaşlarının nüksettiği mevcut jeopolitik iklimin rejimin dümenine su taşıdığı yadsınamaz.
Zeynep Gürcanlı da Ekonomim’de yazdı, “İmamoğlu operasyonu öncesinde uluslararası konjonktür Erdoğan yönetiminin “çok lehine” bir tablo çiziyordu: “Suriye’de Esad’ın devrilmesi, Öcalan üzerinden başlatılan süreç, ABD ile arası açılan Avrupa’nın ortak savunma için Türkiye’ye ihtiyaç duyması vs...”
EMPERYALİZMLE UYUM İÇERİSİNDE
Tek adam rejimi, Ortadoğu’da “Amerikan barışı”na teslim olarak kendisine ABD ve emperyalistler nezdinde yeni krediler açtı. Batı’ya kırılan dümen, İsrail’e ses çıkarılmaması, Ukrayna’ya sağlanan destek, NATO’cu heves Batı tarafından “satın alındı.” Rejim Batı ile arayı düzeltmeye çalışırken diğer taraftan da Rusya ile de iş tutarak, Çin’le işleri ilerleterek kredisini çeşitlendirdi.
ABD/Batı emperyalizmi, AB, Körfez Arap monarşileri -kimi zamanlardaki küçük pürüzlere rağmen- Erdoğan yönetimi ile uyum içerisinde. Ülkenin sahip olduğu güç, kapasite ve imkânları uluslararası aktörlere pazarlamakta pek bir mahir olan Erdoğan, karşılığında ise içeride opsiyon sağlıyor.
Daha önce bu sütunlarda dikkat çekilmişti, Erdoğan yönetimi ikili bir strateji izliyor:
1) JEOPOLİTİĞİN SATIŞI
Emperyalist merkezler arasındaki hesaplaşma, şiddetlenen hegemonya yarışı, Ukrayna Savaşı, Ortadoğu’daki çatışmalar ve Avrasya hattındaki yığılma jeopolitiği hiç olmadığı kadar değerli hale getirdi. Türkiye de Batı ve Doğu arasındaki konumu dolayısıyla paha biçilmez önemde. Tek adam rejimi bunun pekâlâ farkında ve haliyle jeopolitik satıyor. NATO’nun güney ucundaki ileri karakol olmanın yanında bu kez de Avrupa’nın güvenlik mimarisi dolayımıyla bir “değer” söz konusu.
2) NEOLİBERAL PEŞKEŞ
Jeopolitiğin yanında ekonomik satış da söz konusu. Saray rejiminin Körfez çıkarmalarının, finans kapitalin merkezlerine trafiğin arka planında kaynak arayışı var. Mehmet Şimşek mesaisinin büyük kısmını dışarda geçiriyor. Körfez Arap ülkelerinden gelecek petrodolarlar ve Londra, New York gibi Batılı finans merkezlerinden musluğu açılacak krediler karşılığında ülkenin kaynakları pazarlanıyor.
ABD, AB, RUSYA İLE PAZARLIKLAR
Bir kez daha seçilmek için her yola başvuran Erdoğan, Türkiye’nin stratejik konumunu Batı ile pazarlık masasına yatırıyor. Her bir aktörle ayrı iş tutuyor. Hegemonik güçler de kendi aralarındaki kapışmada Türkiye’yi kullanıyor. Politico dergisindeki şu analiz durumu özetliyor: “İmamoğlu’nun tutuklanmasına rağmen AB, Türkiye’ye para göndermeye devam edecek. İstanbul sokaklarında ne olursa olsun Ankara yabancılaştırılamayacak kadar önemli bir müttefik. Türkiye’nin stratejik önemi, AB’nin yaşananları muhtemelen görmezden geleceği anlamına geliyor. Erdoğan da bunu biliyor.” (Harici.com.tr)
Trump yönetimi ve Moskova’dan İmamoğlu gözaltısının ardından gelen, “Türkiye’nin iç işidir, karışmayız” açıklamaları bu tavrını ortaya serdi. Trump, 25 Mart Salı günü ABD'nin yeni Ankara Büyükelçisi Tom Barrack için verdiği resepsiyonda, "İyi bir ülke ve lideri de iyi" sözleriyle Washington’ın tutumunu bir kez daha vurguladı.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da protestolar sürerken salı günü Washington'da ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ile bir araya geldi. Bu görüşmelerin arka planında ne tür pazarlıklar yapılıyor bilinmiyor. Resmi açıklamalara göre “ikili ilişkilerin sağlamlaştırılması, bölgesel işbirliği” konularında mutabakat sağlandı.
GÜVENLİK MİMARİSİNDE YER KAPMA
Trump’ın gelişiyle ABD ve Avrupa arasında yaşanan kriz Avrupa Birliği’ni yeni bir yol arayışına sevk ederken Türkiye için elverişli bir iklim ortaya çıktı. AB, ABD’den bağımsız bir “güvenlik mimarisi” inşa etmek isterken Türkiye’de burada yer kapma arayışında. Ve tabi ki yine jeopolitik konum pazarlanıyor.
Dışişleri Bakanı Fidan 27 Şubat’ta “Avrupa güvenlik mimarisi yeniden oluşacaksa bunun Türkiyesiz olması mümkün değil” ifadeleriyle bunu açıkça ifade etmişti.
12 Mart’ta Ankara’ya gelen Avrupa Konseyi Dönem Başkanı Polonya'nın Başbakanı Donald Tusk, “Avrupa Birliği güç ve irtifa kaybının önüne geçmek, hatta tersine çevirmek istiyorsa bunu ancak Türkiye'nin tam üyeliğiyle başarabilir” dedi. Erdoğan da "Türkiye ve Polonya, NATO'nun Avrupa'daki en büyük iki kara ordusuna komuta eden, ittifakın doğu ve güney kanatlarında konumlanan iki kilit müttefiktir" ifadelerini kullanacaktı.
HALKLARIN DA KENDİ PLANLARI VAR
Evet, özetleyecek olursak tek adam rejiminin bu kadar pervasızlaşmasına “dış konjonktür” de cevaz veriyor. Cumhuriyet’te Doğa Öztürk’e konuşan Prof. Dr. İlhan Uzgel de iktidarın gücünü otoriter dalgadan ve Trump gibilerden aldığını şu sözlerle vurguluyor: “İktidarın kendi yönetim anlayışıyla dünyadaki otoriter dalga, özellikle Trump’ın ABD’de yeniden başa geçmesiyle birlikte örtüştü. Bunun sonuçlarını, daha ağır bir ‘otoriterlik krizi’ olarak yaşıyoruz.”
Batı emperyalizminin ve Arap Monarşilerinin desteği karşılığında nelerin ipotek edildiği ise muamma. Uluslararası konjonktür, egemenlerin planları ne olursa olsun halkların da toplumsal hareketlerin de kendi dinamikleri var. Küçük bir kıvılcım tüm bir bozkırı tutuşturabilir.