Önümüzde 12 günlük bir süre kaldı. Bu ülkenin özgürlükten, demokrasiden, laiklikten, toplumsal cinsiyet eşitliğinden yana tüm yurttaşlarına, toplumsal muhalefetin bütün bileşenlerine düşen, 28 Mayıs’ta sonuçlar belli olana kadar mücadeleyi elden bırakmamak, umudu canlı tutmaktır.

Devrimcilik kolay teslim olmamayı, havlu atmamayı, halka küsmemeyi, topluma arkasını dönmemeyi gerektirir. Sizi verili koşulları objektif bir biçimde değerlendirip, mücadeleye kaldığı yerden devam etmeye çağırır. Bugün kendi iç dünyamızda ne denli keskin sarsıntılar yaşıyor da olsak, yakın dönem sorumluluğumuz CB seçimlerinin ikinci turu bitene kadar ortak adayımız Kemal Kılıçdaroğlu’nun arkasında durmaktır. Ondan sonra gerek sosyalistlerin gerekse de toplumsal muhalefetin tüm unsurlarının kendi içlerinde bir muhasebe yapmaları için yeterince zamanları olacaktır.

***

İsterseniz girişte birkaç saptama yapalım. Öncelikle toplumsal değişim çok hızlı olmuyor. Başta İstanbul, Ankara, İzmir neredeyse tüm metropol kentlerin belediye başkanlıklarını CHP’nin aldığı Mart 2019 Yerel Yönetim Seçimleri’yle karşılaştırıldığında aslında oy dağılımında pek farklı bir manzaranın ortaya çıkmadığı görülüyor. 14 Mayıs bir yerel seçim olsaydı, yine bu kentleri CHP kazanacak, ancak ülke çapında çoğunluk iktidarda olacaktı. 

İkincisi karşımızda 21 yıldır ülkeyi yöneten, adeta bir parti devleti kurmuş İslamcı bir rejim var. Tüm devlet kadrolarını yandaşlarla, tarikat-cemaat kadrolarıyla doldurmuş durumdalar. Vakıflarla, tarikat yurtlarıyla, başta büyük müteahhitler olmak üzere sermaye kesimleriyle kurdukları ittifaklarla hayatı kuşattıkları; milyonlarca insana değen menfaat bağlarıyla sade yurttaşları adeta rehin aldıkları bir aygıtla karşı karşıyayız. Seçim sürecinde de devletin bütün olanaklarını, başta TRT gibi yayın kuruluşları gelmek üzere seferber ettiler. Tüm seçim yasaklarını çiğnediler, kamuya ait hizmet binalarını, ulaşım araçlarını, iletişim altyapısını seçim propagandaları için tepe tepe kullandılar. Bizler 21 yıldır bu rejimi teşhir etmeye, bu gidişata olabildiğince direnmeye kalkarken liberaller-sol liberaller, AB yanlıları, seküler piyasacılar bu rejime rıza ve onay üretmek için ortaya düştüler. Bugün geldiğimiz noktada da boyunlarında büyük bir vebal taşıyorlar. Dünyadaki örnekleri de, devletle özdeşleşen otoriter çoğunluklu rejimlerin sandıkta kolay yenilmediklerini gösteriyor. Bu aşamada en azından RTE’yi geriletmeyi, seçimleri ikinci tura taşımayı başardık. 

***

Üçüncüsü, insanları terörle korkutmanın, vatanın, milletin tehdit altında bulunduğu propagandasını yaymanın ne yazık ki toplumda bir karşılığı bulunuyor. 2015 seçimleri de güvenlik tehdidi üzerinden korku salmanın iktidara prim kazandırdığını göstermişti. Anlaşılıyor ki, Kılıçdaroğlu’nun Amerika’nın, Avrupa’nın, Conilerin, Hansların adayı şeklinde sunulması da seçmen tercihleri üzerinde etki yapmış. Türkiye sağı emperyalizm ile iş birliğinden hiçbir zaman kaçınmaz, ancak her zaman kendini yerli ve milli şeklinde sunma mahareti gösterir. Bu kez de öyle olmuş, muhalefet bunun seçmen psikolojisine etkisini yeterince ölçememiş görünüyor. Belki ikinci tur stratejisinde KK’nin Amerikancılığı, Atlantik İttifakı işbirlikçisi iddiasını çürütmesi, ancak bilime, aydınlanmaya sahip çıktığını vurgulaması etkili olabilir. Sağ popülizmin LGBT’ci suçlaması da belli ölçüde karşılık bulmuş denebilir. Bu konuda toplumsal hoşgörünün gelişmesinin biraz zaman alacağı görülüyor.   

Dördüncüsü, ekonominin makro dengeleri her ne kadar çok bozulmuşsa da, önümüzdeki dönem için ekonomi kriz sinyalleri veriyorsa da, bu durum özellikle taşrada yaşayan, asgari ücret civarı kazanan veya emekli maaşı 7 bin 500 TL’ye tamamlanan seçmenin yaşamına henüz o denli olumsuz yansımamış görünüyor. Kendi evinde oturan, küçük bir bağı-bahçesi bulunan kesimlerin en azından oylarını bozulan ekonomi üzerinden vermedikleri, milliyetçi-mukaddesatçı söylemden daha fazla etkilendikleri anlaşılıyor. Son yıllarda refahı en çok gerileyenler orta gelir düzeyindeki, tüm alış-verişlerini piyasa koşullarında yapan, çoğunlukla kirada oturan, metropollerdeki beyaz yakalılar. Onlar da zaten ağırlıklı olarak iktidar bileşenlerine oy vermiyorlar. 

Muhalefetin cumhurbaşkanı adayının doğru kişi olup olmadığı, Millet İttifakı’nın bileşenlerinin bir sinerji yaratıp yaratmadığı tartışmasını isterseniz 28 Mayıs sonrasına bırakalım. Kampanya sürecinde Kılıçdaroğlu’nun kötü bir performans sergilemediğini düşünüyorum. Sağın hassasiyetleri kaşıyan, Kürt ve Alevi kimlik konularına cesaretli yaklaşımının da oy tercihlerini olumlu etkilemese de toplum açısından bir kazanım olduğu kanısındayım. Ekonomide bu iki hafta içerisinde seçim sonucunu etkileyecek bir sarsıntı yaşanmasını beklemiyorum. O nedenle ekonomide vaatlerini yükseltmesi önemli bir etki yaratmayabilir, aksine samimiyetini sorgulatabilir. Dini ve şovenist duygulara teslim olmak yerine; aksine HÜDA-PAR, Yeniden Refah zihniyetinin, Erdoğan’ın, Bahçeli’nin küfür ve hakaretlerle bezeli, bu gericilerden pek de farklı olmayan söyleminin teşhirine ağırlık verilmesinin daha doğru bir strateji olacağına inanıyorum. Özellikle kadınların sosyal ve aile hayatındaki rolünü geleneksel kalıplara hapseden, “karı gibi mutfaktan çıkmıyor” ilkelliğiyle aile içindeki iş bölümünü aşağılayan geri anlayışın mahkûm edilmesinin kadın seçmenlerde karşılığını bulması umudunu da taşıyorum. 

Siz bu yazıyı okurken önümüzde 12 günlük bir süre kalmış olacak. Bu ülkenin özgürlükten, demokrasiden, laiklikten, toplumsal cinsiyet eşitliğinden yana tüm yurttaşlarına, toplumsal muhalefetin bütün bileşenlerine düşen, 28 Mayıs’ta sonuçlar belli olana kadar mücadeleyi elden bırakmamak, umudu canlı tutmaktır.