Google Play Store
App Store
Umurlarında bile değil
FOTOĞRAF: AA

İnönü Stadı’na giderken, metroda binlerce Galatasaraylı ile karşılaşıyoruz. Daha geçen haftadan ilan ettikleri şampiyonluklarını kutlamaya ve 5’inci yıldızın keyfini çıkarmaya gidiyorlar Yenikapı’ya. Helal olsun.

Başka bazı metro yolcularının aralarındaki “Eve yetişelim de bizim şampiyonluk maçını izleyelim” konuşmalarından da Fenerbahçeli olduklarını anlıyoruz. Herkes harıl harıl şampiyonluk ve kutlama telaşında. Onlara da helal olsun.

Dünyanın En Güzel Stat Yolu’nu, Dolmabahçe Sarayı önündeki ağaçlı yolu geçip stada giriyoruz. Beşiktaş taraftarı, bütün sezon yaşanan ağır hayal kırıklıklarına rağmen en azından ligi 3’üncü sırada bitirmenin ve Avrupa bileti almanın umuduyla takıma destek vermek üzere hınca hınç dolduruyor tribünü. Şapka çıkarıyorum.

Maç öncesinde, hem tribüne hem de takıma moral desteği anlamında “Gençler Basketbol Ligi Şampiyonu Beşiktaş Takımı” ile ardından “U16 Ligi Şampiyonu Beşiktaş Futbol Takımı” şeref turu atıyor kupalarıyla. Binlerce kez helal olsun.

Yani, şu ana kadar saydığım herkeste bir çaba ve bir inanç var.

İstanbul’dan 1.062 kilometre ötede yine hayati bir maç var. Trabzonspor deplasmanında oynayan ve haftaya 3’üncü sırada giren Samsunspor da işini ciddiye alıyor. Maçı uzun süre galip götürse de 2-2 bitirip yerini sağlamlaştırıyor.

Peki ya Beşiktaş?

Hani şu “Kendi sahasında ve şu muhteşem taraftarı önünde 3 puan alsa bu haftayı Samsunspor’un üzerinde 3’üncü kapaması” işten bile olmayan Beşiktaş. Üstelik de ligin 14’üncü sırasındaki Rizespor karşısında.

Bir tek bu Beşiktaş’ın umurunda değil dünya.

Sahaya bakıyorsun: “N’olacak abi, sanki? Bitmiyor zaten sezon. Bitse de gitsek evimize. Ya da menajerimizi arayıp pazarlıklara başlasak...” modundalar.

Bir tek bu Beşiktaş ciddiye almıyor hayatı.

Geçen sezon, yani 2023–2024 sezonunda neredeyse her maç yazısında “Kayıp Sezon” tamlamasını kullanıp bu takımın eksikliklerini yazmaktan yorulmuş ve bir süre ara vermiştim yazılara.

Bu sezonun başlarında da birkaç maç hariç aynı hikâyenin devamını yazıp durduk. Yönetimiyle, iki sezonda sayısını unuttuğumuz teknik direktörleriyle ve oyuncularıyla kim bilir kaç kez taraftarına saç-baş yolduran bu takımın neresini eleştireceğiz ki?

Hayati kurtarışlarıyla (Allah için) kaç maçı tek başına kazandıran ve sezon başında şu “topu oyuna geç sokma” hastalığından arınmış görünen Mert Günok’un yine aynı hastalığa tutulmasını mı?

Sürekli “yap-boz tahtasına” dönen defansı mı? Çok çalışkan ve fedakâr olmasına rağmen kapasitesi, hızlı sol kanat oyuncularına yetişemeyen ama alternatifi de bir türlü yaratılamayan Svensson’u mu?

İki hafta üst üste aynı ikiliyi tutturmakta zorlanan stoper hattını mı?

Kritik ve büyük maçlarda rakiplerini ezen ama İnönü’ye gelen her Anadolu takımına boyun eğen ve ceza sahasını adeta yolgeçen hanına çeviren orta sahayı mı? İleri hızlı top taşıdığında her takıma ecel terleri döktürebilecek kapasitede olan ama hep o “bir hareket fazla yapma” alışkanlığını terk edemeyen Gedson’u mu?

“Ununu elemiş, eleğini asmış” ama hocanın bir türlü vazgeçmediği Ciro’yu mu?

Bazı maçlarda “dünya starı” gibi oynayan ama çoğunlukla “yalnızları” oynamayı tercih eden Rafa’yı mı?

“Bu çocuklardan bir halt olmaz abi. Gidip kendilerine başka ve daha alt lig takımlarında bir yer bulsunlar. Hatta meslek değiştirsinler, manifaturacılık, marangozluk filan yapsınlar. Olmadı limon satsınlar” dedirten Semih ve Mustafa’yı mı?

Ben yoruldum saymaktan. Gerisini siz doldurun.

Ole Gunnar Solskjaer’in kalibresinden ve iyi niyetinden kuşkum yok ve bence kalmasında büyük yarar var. Ama belki de bir tek golün ligdeki kaderi değiştireceği maçta, 89’uncu dakikada stoper hattının yani defansın dengesini aniden bozuverip gol yemek nasıl bir amatörce hamledir be hocam?

O sırada Trabzon–Samsun maçı 1-1. Zaten maç da 2-2 bitmiş.

Bir gol atıp 2-1 yapsan durumu, İnönü Stadı’na gelen onca cefakâr insandan ıslık ve “Yuh!” sesleri yerine büyük tezahüratla uğurlanacaksın eve.

Oldu mu yani?

Taraftar maç sonunda “Formayı çıkarın, bilmem ne olup gidin!” diye bağırınca “Terbiyesiz!” mi diyeceğiz? Yanlış mı yaptılar diyeceğiz şimdi?

Kusura bakmayın.

Taraftarın sezon boyu İnönü’deki performansı sizlerin (hoca dahil) kat kat üzerindeydi.

Maçın bir aşamasında bizim Basın Tribünü’ne şöyle bir baktım.

Bizim Beşiktaşlı yazar–çizer tayfası; Orhan’lar (Can ve Yıldırım), Melih, Tuba, Ali, Kartal, Mehmet, Gülengül, Atacan filan insek sahaya, şu Semih’ten, İmmobile’den ve Mustafa’dan daha iyi oynarız dedim. Vallahi ve billahi.

Geçmiş olsun.

Yine bir kayıp sezonu geride bırakıyoruz.

Haftaya Bodrum’a 10 gol atsanız ne olur?

Bu saatten sonra İngilizlerin “Back to the drawing board” dedikleri duruma geçmek lazım.

Başkan Adalı’dan başlayarak herkes bu kulübün tarihine ve duruşuna yakışır, en önemlisi de bugün o tribünde sahadakilerden çok ter döken ve işi ciddiye alan taraftara yakışır bir kadro kurup “önümüze bakmak” lazım.

Her şey şampiyonluk değil tabii ki.

Ligdeki sıralama da değil.

İngiltere Premier League’de tuttuğum takım Manchester United (evet o United) bu sene 16’ncı oluyor. Crystal Palace 120 sene beklemiş FA Cup’ı almak için. Tottenham UEFA Ligi Şampiyonu olmuş. Ne küçülürler, ne büyürler.

Beşiktaş da öyle.

Ama formanın hakkını vermeden oynamak hiç içimize sinmiyor çocuklar.

Yazıklar olsun.