21 yılda toplumun yarısını bile ikna edememiş bir rejim var karşımızda. İlkin, bu gerçeği bilerek başlamalıyız.

Biliyorum, çoğumuz derin bir hayal kırıklığı yaşadık 14 Mayıs akşamı. Seçime doğru, ilmek ilmek bir “biz” inşa ettiğimizi hissediyorduk. Doğruluk, dürüstlük, sevgi ve kabulleniş içeren, eşitlik ve özgürlük talebi içeren bir “biz”! İnsanların aç açıkta kalmadığı, hiç bir çocuğun yatağa aç girmediği bir toplum olabileceğimize inanıyorduk. Deprem sürecinde “devlet/iktidar” günlerce enkazlara ulaşamazken kurduğumuz dayanışma ağı da biz hissimizi çok güçlendirmişti. Biz, kazanmayı çok arzuladık. Arzumuza hakikat muamelesi yaptık; hayal kırıklığımızı derinleştiren de bu yanılsama oldu.

Arzu, çocuksu ve hedef odaklıdır. Bir an önce olsun ister ve olmamasına dayanamayacağını hisseder. Arzu, bir istek değil de bir hak gibi deneyimlenir çünkü. İnsan bir şeyi istediğinde onun için çabalaması gerektiğini bilir. Arzuladığında ise amaçlı bir uğraşıya girişmek bir yana sabırsızca bekler. İsteklerimin olması için bana düşen eyleme geçmektir; arzuladığımı ise hakkım olarak gördüğümden beklerim.

15 Mayıs sabahı hissedilen derin hayal kırıklığı ve topluma duyulan öfkenin kaynağı biraz da bu dinamikle ilişkiliydi. Nasıl olur da bunca zulme, yalana, ekonomik krize rağmen iktidar devrilmek bir yana seçimi önde bitirebildi? Nasıl olur da hala oy verebiliyor insanlar kendi zalimlerine? Ortak duygular, müstehaksınız, insanlar layık oldukları şekilde yönetilirler, demek ki hayatlarından memnunlarmış, artık yoksullara üzülmeyeceğim ve çeşitlemeleriydi. Bir de Kılıçdaroğlu’na yönelik öfke. O olmasaydı da Imamoğlu ya da Yavaş olsaydı, kazanırdık teraneleri.

Topluma kızanlarla Kılıçdaroğlu aday olmasaydı kazanırdık diyenler hemen hemen aynı kişiler. Bu hal bile başlı başına çelişki değil mi? Bir an için İmamoğlu aday olmuş ve kazanmış olsaydı diye düşünelim. Aynı kişiler bu kez toplum güzellemesi yapacaklardı! Oysa toplum aynı toplum değil mi?

Temel bir yanılgıyı düzeltmekle başlamalıyız. Biz, herkes değildir!

Eşitlik, özgürlük, dürüstlük, çocukların yatağa aç girmediği bir ülke isteyen “biz”, herkesi kapsamıyor. Biz, ülkenin 21 yıldır ikna olmayan yarısıyız. 43 yıldır yok edemedikleri yarısıyız.

Dahası da var. Yazının başına oturduğumda Hacettepe’den sınıf arkadaşım sevgili Nilgün Cengiz ile yazıştık. Önümüzdeki haziranın 15’i, dayısı Doç. Dr. Orhan Yavuz’un Erzurum’da Atatürk Üniversitesi öğretim üyesi iken kampüsten kaçırılıp vahşice katledilişinin 46. yılı. Sarıkamışlı Orhan Yavuz, Cumhuriyet’in sağladığı imkanlarla akademisyen olan yoksul halk çocuklarından biriydi. Devlet destekli faşistlerce katledilen ilk akademisyendi. Merak eden Google’dan baksın hayatına ve katlediliş şekline ve canilerin nasıl serbest kaldıklarına ve kimler olduklarına! Hani şu İmamoğlu’nun ve halkın taşlandığı Erzurum. 1963 yılında Fethullah Gülen’in Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği’nin şube kurucusu olduğu Erzurum. Orhan Yavuz’un öldürülmesinden sonra Atatürk Üniversitesi’nden 124 öğretim üyesi can güvenlikleri olmadığından ayrılmak zorunda kalmış. O 124 öğretim üyesinin ayrılmadığı bir Erzurum bugün böyle olur muydu? Orhan Yavuz’un olduğu bir Erzurum’da yoksul çocuklar faşistleşir miydi? 1978 Maraş Katliamı sonrası Maraş’tan göç etmek zorunda kalanları bilmezseniz Maraş nasıl olur da AKP’nin kalesi oluyor, diye hayret edersiniz.

Demem o ki kırsalar da, katletseler de, sürseler, hapishanelerde al kan içinde işkence etseler de, bir türlü rıza üretemedikleri “biz” öyle ya da böyle hala toplumun yarısıyız. Nüfusunun %80’inin sadece televizyon seyrettiği ve o televizyonlarda başta ve en çok TRT olmak üzere yandaş kanalların çektiği bir ülkeden söz ediyoruz. Siyaseti hile ve yalan üstüne kuran, sadaka sistemiyle kendisine bağladığı yoksulları en küçücük itirazlarında gaddarca cezalandıran bir rejim-adam, ne yapsa ne etse bizi ikna edebiliyor ne de korkutabiliyor. Ve biz bu ülkenin hâlâ yarısıyız.

Gelecek hafta arzularımız nihayete ersin diye değil umudumuz olduğundan oy kullanacağız. Umut, iyi zamanların değil zor zamanların duygusudur. Arzu, duygunun akla egemen olmasıysa umut aklın duygulara egemen olmasıdır. Aklımız ve vicdanımız haklı olduğumuzu söylüyor bize.

Ve evet, yenilmekle vazgeçmeyiz, kırılmakla tükenmeyiz. Oysa “O” bir kere devrilmeye görsün, kof kibrinin örttüğü korkusu ve zavallılığı ile yuvarlanır gider.

14 Mayıs biz de hayal kırıklığı yarattı onu ise ürküttü. Unutmayın, umut bizim duygumuz. Kötülerin umudu olmaz.