Google Play Store
App Store

Eski Yunan efsanesine göre, Pandora’nın Kutusu açıldığında, biri hariç tüm duygular (keder, kıskançlık vs) yeryüzüne yayıldı. Kutunun içinde tek bir şey kaldı: Elpis, yani Umut. Bu durumla ilgili yorumlar ikiye ayrılır. İyimser yorum, insanlar yaşadıkları bütün kötülüklere rağmen umut sayesinde var olmaya, direnmeye devam ederler. Bu direnç, hayattaki bütün güzel şeylerin ana kaynağıdır. Kötümser yoruma göre ise umut, acıların biteceği yanılgısıyla insanı beklemeye, tahammül etmeye zorlar. Bu açıdan umut, kötülüklerin en inceliklisi olabilir.

Ben ‘umutsuz umut’ gibi bir başka yorumdan yanayım. Umutsuzluğu dışlamayan bir umuttan... Bu umutsuz umudu, sanırım ilk olarak şiirden öğrendim. Örneğin Turgut Uyar’ın "Umuttur" şiirinden: "umut yoktur / kimse yoktur umut etmemeyi önleyecek / çünkü umut kaçınılmaz gelecektir / bütün gümbürtüsüyle / umut kaçınılmaz gerçektir çünkü / biri Asya’da biterken sözgelişi, Şili’de öbürkü başlar". Yani hem umut yoktur, hem de kaçınılmaz bir gerçek olarak vardır. Tıpkı güneşin doğup batması gibidir Turgut Uyar için umut: "çünkü biraz sonra umut başlar hergünkü, başlar..." Sorun hep umutlu ya da hep umutsuz olmaktır aslında. Umudumu hiç yitirmedim diyen biri, kendine yalan söylüyordur. Ya da sürekli umutsuzluktan bahseden biri de, acı çekmekten ve hayal kırıklığına uğramaktan ölesiye korktuğu için sıkı sıkıya sarılır aşırı gerçek görünen bu umutsuzluğa.

Bu açıdan umudun ve umutsuzluğun gerçekçi ve gerçekçi olmayan yanlarını ayırt etmek gerekiyor. Örneğin bir yakınımızı kaybettiğimizde onun yasını tutmak ve bu yas aracılığıyla onu yaşatmak başka bir şey ya da onu diriltmeye çalışmak başka. İnsana asıl işkence eden şey, umudun ve umutsuzluğun sahte olanları. Yoksa umut da,umutsuzluk da sağlıklı, gerekli duygular, onları sağlıksız yapan patolojik sapmaları. Winnicott, örneğin antisosyal davranışlar sergileyen bir ergenin, birinin onu dinleyeceği ve durumu değiştirmek için bir şeyler yapacağı umudunun umutsuz bir tezahürü olarak yorumlar. Buradaki patolojik umutsuzluk, doğru bir yaklaşımla ele alındığında umuda dönüşebilir.

Patolojik iyimserliğe dair açıklamalar da benzer bir şekilde açıklanır, sanki bu aşırı iyimser kişiler, bebekken alamadıkları bakımı yeniden canladırmak istiyor gibi davranırlar. Çocukken severek izlediğimiz ‘Heidi’ çizgi filminin hissettirdiği duygu böyle bir şey. Heidi’nin iyiliği her zaman kazanır, katı kalpli olan kasabalılar onun yaydığı bu iyimserlikle içlerindeki iyi şeyleri anımsarlar. Ama gerçekte Heidi’nin annesi ve babası yoktur ve dedesiyle bir dağ kulübesinde yaşamaktadır. Eğer Heidi’yi Kemalettin Tuğcu yazsaydı, bol ağlamalı başka bir hikâye çıkabilirdi karşımıza. Biri aşırı iyimser, diğeri aşırı kötümser. Ama yine de ‘Heidi’nin yazarı Johanna Spyri, umutsuzluğu bütünüyle yok saymıyor hikâyesinde. Turgut Uyar’ın şiirindeki gibi umudun kaçınılmaz bir doğa olayı gibi gerçekleşeceğine inanıyor.

Patolojik umut, gerçekte kayıp ve umutsuzluğun manik bir bastırılması olarak yorumlanır psikanalitik açıdan. Gerçekçi umuttan farkı sadomazoşist bir amaca hizmet ediyor oluşudur. Ernest Bloch’un ‘İzler’ adlı kitabındaki bir sahne, Trump ve Netanyahu’nun Gazze planına destek verenlerin patolojik umudunu anlamaya yardım edebilir. Ernest Bloch, karnını doyurmak için savaşa katılmak isteyen yoksul bir gençten bahseder kitabında. Bölük komutanı, onu “cesaret sınavı” bahanesiyle tavana asılı bir ipe çıkarır. Genç, askerlerin alayları arasında boynuna ilmiği geçirir, gülümsemeye çalışır; çünkü bu bir oyun sanrısıdır. Komutan ipi yavaş yavaş çeker, fıçının üzerinde sendeleyen gence “Hadi bakalım, birazdan ilahi orduya katılacaksın” der ve fıçıyı tekmeler. Genç, can verirken bile o son espiriye gülmeye çalışır.

İşte bu yüzden “umutsuz umut”: Kaybı bastırmayan ve ipi tutan eli meşrulaştırmayan tek umut.