Dünya hakkında kaygılı, kızgın ve melankolik olunacak çok fazla konu var. Ben de yaşadığı dünyayı müziğine yansıtmak isteyen bir müzisyenden başka bir şey değilim

Ünlü müzisyen Steven Wilson: Yaşadığım dünyayı müziğe yansıtıyorum

ÖYKÜ ÖZFIRAT

“Ve eğer bana bir daha sorarsan /Hayat bu mu? /Başka seçenek görmüyorum / Ama hala gülümsüyorum” diyor Steven Wilson mültecilerin ağzından yaptığı şarkıda. Dünyada olup bitenlerin farkında olan bir müzisyen Wilson. Karamsarlığının yanında iyi şeyleri de görmeyi biliyor. Bu yüzdendir ki vejetaryenler hayatımızı güzelleştiren insanlar diyor. Yeni albümüyle birlikte “muhafazakâr” dinleyicilerinden aldığı “pop müziğe kaydı” eleştirilerine karşı da çok hazırlıklı. Kalıplara sığdırmadan yapmaya çalıştığı müziğin arkasında. Teknolojinin insanlarda yarattığı “yabancılaşma”nın müzik dünyasına da yansıdığının altını çizen Wilson, sürrealist sinemadan dahi ilham aldığını ifade ediyor. 2016 konserinin Türkiye’ye ilk gelişi olduğunu söyleyen Steven Wilson, yeni konseri için heyecanlı. 22 Temmuz’daki Zorlu PSM'de vereceği konserinin biletleri şimdiden tükenmek üzere. Steven Wilson ile İstanbul konseri öncesinde konuştuk.

Geçmişinize baktığımızda başarılı bir müzik kariyeri görüyoruz. Eğer kendi müziğinizi tanımlarsanız, sizi ana akım müzikten ayıran noktalar nelerdir?
Ben müziği bir yolculuk olarak algılıyorum. Hikâye anlatıcılığı beni ilgilendiriyor ve albüm fikrini seviyorum. İnsanların oturup albümlerimi dinlemesinden hoşlanıyorum. Yani demek istediğim, bir yolculuğa çıkmak gibi anlatılanlarla sürüklenmelerini istiyorum. Bu noktada, insanlardan oturup albümlerimi baştan sona dinlemelerini bekliyorum ancak bu günümüz için biraz yüksek bir beklenti oluyor. Bunun nedeni insanların çalma listelerini, ya da birkaç tekil patlama yapmış şarkıları albümlere tercih etmeleri.

2016 yılında İstanbul’da bir konser gerçekleştirdiniz ve önümüzdeki günlerde yeniden geliyorsunuz. Sizin açınızdan konser nasıl geçmişti? Türkiye’deki dinleyicileriniz hakkında ne düşünüyorsunuz?
Harikaydı. Daha önce Türkiye’ye turist olarak bile gelmemiştim. Önce bir gün boş geçirip şehirde dolandım. Sonrasında hayranlarımla tanıştım ki bu çok heyecan vericiydi. Bir ülkeye ilk gidişinizse eğer ve insanlar sizi benim durumumda olduğu gibi 20 yıla yakın bir süre boyunca beklemişlerse bu havada inanılmaz bir elektrik yaratıyor. İstanbul deneyimim harika bir atmosferde geçtiği için de en yakın zamanda yeniden gelmek istedim ki önümüzdeki günlerde geliyorum da.

Türkiye’de yaşadığınız ve bizimle paylaşmak istediğiniz ilginç bir deneyiminiz var mı?
Konserden bir gün önce İstanbul’da dolaşırken insanlar beni tanıyıp yanıma geldi. Türkiye’nin farklı şehirlerinden hatta Türkiye’nin etrafındaki diğer ülkelerden dahi gelen insanlar vardı. İlk kez gittiğiniz bir ülkede böylesine hoş karşılanmak insanı mutlu ediyor tabii ki.

Kendi müziğimi yapıyorum

Konserde çalınacak şarkılar belli mi? Sadece kendi solo şarkılarınızdan mı çalacaksınız yoksa Porcupine Tree de olacak mı?
Porcupine Tree de benim müziğim. Blackfield’dan da çalıyorum, Porcupine Tree için yazılmış şarkılardan da çalıyorum ve kendi solo albümümden de çalıyorum. Yani aslında ben kendi müziğimi yapıyorum. Sonuçta hepsi benim şarkılarım. Onları Porcupine Tree falan diye ayırmıyorum. Hepsi belirli bir grup için yapılması dışında Steven Wilson şarkıları. Yani aslında 20 yıllık müzik geçmişimden bir harman çalacağım diyebilirim.

Son albümünüzdeki “To the Bone” şarkısı “Tek bir gerçek yoktur, çünkü hepimiz farklıyız” sözleriyle başlıyor. Ayrıca albümünüzde mültecilerle ilgili de bir şarkı görüyoruz. Bu albümde günümüz toplumuna bir eleştiri var diyebilir miyiz? Geleceğe dair ümitli misiniz?
Bana kalırsa günümüz dünyasına bakıp fevkalade pozitif düşünmek zor. Dünya hakkında kaygılı, kızgın ve melankolik olunacak çok fazla konu var. Ben de yaşadığı dünyayı müziğine yansıtmak isteyen bir müzisyenden başka bir şey değilim. Son 2-3 yıla baktığımızda da dünyada sosyal ve politik olarak depresif şeylerin yaşandığını görüyoruz zaten. İnsan türü evrimleşiyor ve bence olması gerektiği gibi yaşanmıyor bu süreç. Ama buna ek olarak güzel şeyler de yok değil. Mesela, vejetaryenlik yükselişe geçti. Gün geçtikçe daha fazla insan et yemeyi bırakıp hayvanları önemsemeye başlıyor ki bu harika. Ama diğer taraftan olumsuz durum da, insanların telefon ve internet tarafından dikkatlerinin dağıtılması. Benim gibi hikâye anlatmak isteyen bir sanatçı için bu kısa süreli ilgiler çok zor oluyor. Yani aslında toplumda bir şeyler oluyor ve bu doğrudan müziğe de kaçınılmaz olarak yansıyor. Diğer türlerle paylaştığımız inanılmaz bir yeryüzüne sahibiz ancak bunun yeterince kıymetini bilmiyoruz. Teknoloji tarafından gerçeğin çarpıtılmasıyla karşı karşıyayız. İnsanların birbirlerine karşı tolerans seviyeleri azaldı. Aslında beni bırakırsanız bu konu hakkında daha çok uzun konuşurum, ki şarkılarımda da konuşuyorum sizin de dediğiniz gibi. O yüzden soru “İnsanlığın gidişi nereye doğru oluyor?” şeklinde olmalı.

Black Mirror’ı çok severim

Siz teknolojiden bahsedince benim aklıma Black Mirror dizisi geldi. İzlemiş miydiniz?
Black Mirror çok severim. Büyük hayranıyım. Aslında direkt günümüze ve geleceğe bozulmalarını fark ederek bakan distopik bilim kurgu seviyorum. Örneğin Blade Runner’a baktığınızda geleceğin toplumumum karanlık tarafını gösterir size. Black Mirror gibi şeyleri seviyorum çünkü fazla gerçekler. Yani resmen yaşadığımı durumu gösteriyor. Bazı bölümleri izlerken “vay bu zaten yaşanıyor şu an” diye tepkiler veriyorum. Charlie Brooker’ın büyük hayranıyım. Bence çok önemli bir düşünür.

Peki size müzik dışında ilham veren sanat dalları nelerdir? Mesela sinema diyebilir miyiz?
Aslında ben müzik ve sinemayla iç içe büyüdüm. İkisini de eşit seviyorum. Avrupa sineması, Sürrealist sinema ve David Lynch, Stanley Kubrick gibi yönetmenlerden çok etkileniyorum. Bu yüzden sinemanın büyük hayranıyım diyebilirim. Bilim kurguyu temellerini gerçeklikten aldığı için çok seviyorum. Scarlett Johansson’ın oynadığı yönetmeni Jonathan Glazer olan İngiliz filmi var “Under the skin.” O filme gerçekten tapıyorum. Ayrıca geçtiğimiz haftalarda Natalie Portman’ın oynadığı “Annihilation” filmini izledim. Onu da çok sevdim. İçinde şiirsellik olan filmleri seviyorum. Karanlık ama içinde melankolik bir şiirsellik olan filmleri yani.

Son albümünüze kadar hep daha melankolik ve klasik progresif rock müziğine yakın şarkılar yapıyordunuz. Ancak en son çıkan “To the Bone” albümünüz ile birlikte, şarkılarınızda 90’lar pop etkisi görmeye başladık. Bu müziğinizde bilinçli olarak belirlediğiniz yeni bir çizgi mi yoksa yalnızca bu albüme özel bir durum mu?
Aslında ben hiçbir müziği bilinçli olarak yapmam, Steven Wilson müziği dışında… Benim müzikal birikimim çok küçük yaşlarda başladı ve kavramsal rock müziğinden ABBA ve Bee Gees pop müziğine kadar geniş bir yelpazeyi içeriyordu. Ben annemin büyük pop sanatçılarını dinlediği bir evde büyüdüm. Ben 80’li yıllarda gençken kahramanım Prince’ti çünkü bana kalırsa o 80lerin müzikal dehası aynı Beatles’ın 60’larda olduğu gibi. Deneysel pop müziği geliştirmeye çalışan bir isimdi. Ayrıca Depeche Mode, Tears for Fears, Talk Talk ve Kate Bush dinlerdim ki bu isimlerin hepsine de pop müzik icra ediyor diyebilirsiniz. Ancak yaptıkları entelektüel ve sofistike bir pop müzik. O nedenle pop müziği hiçbir zaman olumsuz görmem aksine pozitif olarak görürüm. Pop aslında sizin daha popüler ve geniş kitlelere ulaşabilir bir müzik yapmak istediğinizi gösterir. O yüzden hiçbir müziği bilinçli olarak yapmıyorum. Ama “To the Bone” albümüne geldiğimizde kavramsal rock’tan ziyade kendi müziğime odaklandığımın farkındayım. Gelecek albümlerimde bunun böyle devam edip etmeyeceği hakkında bir şey söyleyemiyorum çünkü daha hiç planlamadım. Genelde yazmak için otururum ve aklıma gelenlere göre şekillendiririm.

unlu-muzisyen-steven-wilson-yasadigim-dunyayi-muzige-yansitiyorum-484294-1.

‘Özel yaşama olan ilgi sosyal medyayla başladı’

Özel hayatınızla medyada yer almaktan kaçındığınızı görüyoruz. Buna rağmen hayranlarınız ısrarla sizin özel yaşantınız hakkında bir şeyler öğrenme çabasında. Bu durum sizi rahatsız ediyor mu?
Evet. İnternetin alanıyla ilgili bir diğer konu da bu bence. Çünkü bana kalırsa internetten önce müzisyenlerin özel hayatları hakkında bu kadar bilgili değildik. Mesela ben Prince’in özel yaşantısı hakkında pek bir şey bilmezdim ya da diğer dinlediğim müzisyenler için de aynısı geçerli. İşte bu sosyal medya çağıyla başladı yani Twiter ve Instagram gibi platformların yükselişiyle. Günümüzde –hepsi değil tabii- pop ve rock sanatçılarında hayatlarına dair en ufak detayları dahi internete koyma hali görüyoruz. Şahsen ben böyle şeylerden hoşlanmıyorum. Sanırım müziğin büyüsü ve gücü içindeki gizemle(enigma) alakalı. Bana kalırsa Prince gibi sanatçılar bu durumun farkındaydı. Pink Floyd veya Radiohead gibi gruplar halkın gözlerinin önünde gereksiz olduğunun bilincindeydi. Çünkü yaptığınız işin içinde gizem bırakmak dinleyicilerinizin hayal gücünü kullanmalarının önünü açar. Mesela nasıl birisiniz, hayatınız nasıl diye düşünürler. İşte bu yüzden özel hayatını gizli tutan biriyim çünkü alakasız buluyorum.