Aydın “Bir insanın çocuklarımı besleyemeyeceğim, işsiz kalacağım diye endişelenmesi, evinin başına yıkılmasına neden olan kişilere öfkeli olması, onların cezalandırılmasını beklemesi hastalık değildir. Sosyoekonomik bir felaketle karşı karşıyayız. Bu felaketi psikiyatri kliniğine havale edemeyiz” diyor.

“Unutkanlığın yıkamadığı evlerimiz olsun”
Agâh Aydın (Fotoğraf: BirGün)

Sarya TOPRAK

Maraş merkezli depremlerin ardından on binlerce insan öldü belki de yüz bini aşkın bina yıkıldı ve milyonlar evsiz kaldı. Tıpkı diğer konularda olduğu gibi evsiz kalan milyonların nereye yerleştirileceği konusunda da devlet eksikliği açığa çıktı. Çadırsız sokakta kalan yurttaşların yanı sıra kendi memleketlerini terk etmeye mecbur kalanlar da söz konusu oldu. Belki de milyonların başka şehirlere göçmek zorunda kaldığı, türlü travmaların ve beraberinde dayanışma duygusunun ortaya çıktığı bir süreçten geçiyoruz. Biz de tüm bu konuları Psikiyatrist ve Psikoterapist Agah Aydın’la söyleştik.

Hem herkesin travma yaşadığı hem de geçmiş travmalarının tetiklendiği bir duruma da şahidiz. Bu toplumsal travmayla baş etme yöntemi nedir sizce?

Büyük acılar karşısında her insan farklı tepkiler gösterir: Gülmek, ağlamak, donakalmak gibi... Her travma kişinin geçmiş travmalarının üstünde sahnelenir. Afetler pek çok kişide korku, dehşet duygusu, çaresizlikle karakterize bir “Akut Stres Tepkisine” yol açar. Zaman algısı bozulur, öncelik duygusu kaybedilir. İnsan eliyle olan yanlışlar da eklenince travma büyür ve derinleşir. Tek tek bireylerin yaşadığı ruhsal sıkıntıların derinliğinde koruyucu ruh sağlığı hizmetlerinin sağlanması, barınma ve beslenme gibi temel ihtiyaçların karşılanması belirleyici olacaktır.

Her insan eşsizdir. Her öykü biriciktir. Toplum ise heterojen ve parçalıdır. Kimliklerimiz, ekonomik koşullarımız, sınıflarımız farklı. Kimimiz aç, kimimiz parayı nereye harcayacağını bilemiyor. Toplumsal gerçeklikleri farklı şekillerde algılayıp yaşıyoruz. Bu depremin de zihinlerimizde farklı temsilleri var. Bir ve homojen değiliz. Topluluğu toplum yapan dil veya kan bağı değildir. Topluluğu toplum yapan yasa yani toplumsal sözleşme ve ortak yastır. Bizi toplum yapan Kurtuluş Savaşı'nın, Kocaeli depreminin, Maraş’ın, Sivas’ın yasıdır.

Bir insanın çocuklarımı besleyemeyeceğim, işsiz kalacağım diye endişelenmesi, evinin başına yıkılmasına neden olan kişilere öfkeli olması, onların cezalandırılmasını beklemesi hastalık değildir. Sosyoekonomik bir felaketle karşı karşıyayız. Bu felaketi psikiyatri kliniğine havele edemeyiz. Toplumsal travmanın nedeni bireylerin tek tek ruhsal durumları değildir. Toplumsal travma yasanın dışına çıkmaktır, yasanın dışına çıkanın cezalandırılmaması, toplumsal sözleşmenin çiğnenmesidir. Travmatik toplumlarda “Adamlara bak neler yapmışlar”, “Ben neden yapmamayım?” sorularıyla bunalan, öfke, korku ve kendini güvende hissetmediği için içine doğru göçmüş orta yaşlılar, dışa göçmenin hayaliyle yıpranan gençler, “benim memurum işini bilir” diyen yöneticiler, kimse görmediğinde utanmayan utanmaz ahlakçılardan oluşan bir topluluğa dönüşür toplum. İşte toplumsal travma budur. Toplumsal travmalarla başa çıkmanın yolu yasaya uymak ve yasanın dışına çıkanların cezalandırılması ile olur. Eskiden meşru olmayanı anlatırken “bildiğiniz gibi değil” diyerek söze başlardı insanlar: Kendisinin de şaşırmış olduğunu göstermek için… Şimdilerde “bildiğiniz gibi” diyerek söze başlıyorlar. Gayrimeşru meşrulaştığında hiç kimse hiçbir şeye şaşırmaz. Bu algının değişmesi gerekir. Aksi halde toplumsal travma derinleşir ve toplum yozlaşır. Bu afetin iki bileşeni var: deprem ve yasa dışına çıkarak insan eliyle işlenen suçlar. O halde toplumsal travmanın nedeni deprem ve yasanın dışına çıkan ellerdir. Depremi önleyemeyeceğimize göre travma ancak yasa ve yasanın uygulanmasıyla yatışır. Televizyon ekranları bakmamız gereken yerleri bizden gizlediler. Bizim bugün itibariyle fay hatlarının yerlerini ya da hastalıkların tedavisini seyredip dinlemeye değil yasaların uygulanıp uygulanmadığını takip eden gazetecileri, adalet için uğraşan hukukçuları dinlemeye, yasanın hâlâ işlediğini görmeye ihtiyacımız var. Şehirlerimizi, yurttaşlarımızı, sevdiklerimizi yerin altındakiler yedi. Öfkemizi ve adalet beklentimizi yer yemediğinde toplumsal travmalar serinler.

Gazeteciler, doktorlar, yöneticiler, hakimler, mühendisler, bir bütün olarak herkes işini yaptığında, yani yasa işlediğinde toplum içine ya da dışına değil birbirine göçer. Dayanışma olur. Bağlar yeniden kurulur. İşte o zaman toplum iyileşir!

Depremin ilk anlarından itibaren halk inanılmaz bir dayanışma pratiği ördü. Bu dayanışma ve birliktelik duygusunun bundan sonraki hayatımızdaki yansımaları sizce ne olur?

Empati kurmak kişinin içinde bulunduğu durumla ilgili ne hissettiğini, motivasyonunun ne olduğunu ondan dinlemeye, duymaya, anlamaya çalışmaktır. O duygunun bir gereği olarak eyleme geçmektir. El uzatmaktır, uzanan eli tutmaktır. Bu hâl empati kuranı da hayata bağlar, onarır. Ötekinin hayatında aldığı bu rol, kendine de bir yer açar. Bu dayanışma dönüşen ve dönüştüren bir bağdır. Dayanışma sayesinde ayrımcı, düşmanlaştırıcı hiçbir palavra toplumda karşılık bulmadı. Depremin sadece kuralsızlığı ve ahlaksızlığı yıktığı anlaşıldı. “Boş yapma”cılar azaldı. Kuralın, toplumsal sözleşmenin boş olmadığını hep beraber anladık.

Depremzedelerin barınma ihtiyacını başka şekillerde karşılamanın imkânları yaratılabilecekken üniversitelerin kapatılmasının tercih edilmesine dair ne düşünüyorsunuz?

“En tüyler ürpertici fiiller, pratik bir sorunu çözmeye odaklanmış herhangi bir saldırgan duyguya sahip olmayan insanlar tarafından gerçekleştirilmiştir.” (L. Svendsen) Nazilerin krematoryumlarını inşa eden mühendislerden biri, böyle bir fırın için patent almak istemişti. Travmalar büyükten küçüğe her insanda öncelik duygusunun kaybına ve çaresizliğe, çaresizlik inkâra, inkâr dalgınlığa, sakarlığa, yanlış kararlara, güçsüz olana saldırmaya yöneltir. Kriz anında perspektifi kaybetmek, kafanın karışması anlaşılabilir bir durumdur. Böyle zamanlarda bilime güvenmeliyiz. Bilim insanları eğitim sürsün diyor. Eğitimin sürmesi sadece bir müfredat meselesi değildir. Bir arada olmak dayanışmayı arttırır ve ruh sağlığını korur. Kontrolün olup olmamasıyla ilgilidir travma; hayatımın kontrolünü kaybettim endişesi travmayı derinleştirir. Travma bir bakıma insanın seçme ve belirleme yetisini ya da bu dünya üzerindeki varlığını, etkisini kaybetme korkusudur. Öğrencilerin ya da vatandaşların seçme ve belirleme hakkını elinden alırsanız travmatize edersiniz. Yurt öğrencinin evidir. Öğrencileri evinden ederek yeni bir travma yaratmış olur. Depremden etkilenmeyenleri bile etkiler bu: Benim hayat üstünde, hayatım üstünde hiçbir etkim yok duygusu yaşatır.

Göç insanlık tarihinin başından beri insanlık için büyük bir olgu. Göçün birçok sebebi olabilir tabii. Şimdi de birçok insan da deprem sebebiyle göç etmek zorunda kaldı/kalıyor. Kimisi yakınlarını kaybetti, kiminin evi yıkıldı bir çadır dahi bulamadı… İnsanlar emekleriyle var ettiği, güvende hissettiği evlerinin tuzla buz oluşuna şahit oldu. Bir afet durumunda göç etmek zorunda kalmanın psikolojik etkilerinden biraz bahseder misiniz?

Hindistan'da doğup, 27 yaşında ABD'ye göç eden Salman Akhtar, "göçün en iyi koşullar altında bile travmatik olduğunu; tüm travmalar gibi bir yas sürecini harekete geçirdiğini" söyler. Göç kimliğinizin, alıştığınız çevrenin, öngörülebilir bir geleceğin kaybıdır. Göç bir yas sürecidir. Her yas sürecinde olduğu gibi göçmenler kayıplarını kabullendiklerinde yeni bir başlangıç yapabilirler. Göçmenler için kesin olan bir şey vardır: Belirsizliğin kesinliği... Tanıdık bir yabancı! Kendi evinde yabancı hissetmek! Bir insan evinde güvende hissetseydi göç eder miydi?

Deprem bölgesinde maalesef hala çadırı olmayan insanlar var. Ama biz biraz şanslı(!) olanlardan bahsedelim. Çadıra yerleşebilen insanların hemen orada kendine ait bir düzen kurduğunu gözlemledim. İnsanın koşullarından bağımsız olarak bulunduğu yerle aidiyet kurma eğilimine dair ne düşünüyorsunuz?

Her Ego'nun çekirdeği narsissistik, bu çekirdeği tehdit eden olaylar ise travmatiktir. Öznenin tehdit altında hissederken herhangi bir konuda seçim yapabilmesi farkında olmadan bu etkiyi azaltır. Çadır bu dünyada yerim yok diye kahırlanan insanın dermanıdır. Hah işte! Şuraya ocağı, şuraya da elbiselerimi koyarım diyerek kontrol duygusunu yeniden kazandığı yerdir. Yani yaşamını düzenleyip, seçimler yaptığı yerdir. Yoklukta da varlıkta da seçim yapabilenlerin ruhu iyileşir.

Sigmund Freud “Hatırlanamayan şey davranışta tekrarlanır.” der.

Unutkanlığın yıkamadığı evlerimiz olsun.