Unutulan ruhların çukuru

Mehmet ATİLLA
Bir toplumda ölülerin hangi ritüellerle toprağa verildiği kuşkusuz ki kültürel bir olgu ve her uygulamanın özünde kaybedilen kişinin yaşamına ya da ruhuna duyulan saygının izleri yer alır. Ancak bütün bunlar olağan koşullar için geçerlidir elbette. Bir de madalyonun diğer yüzü var: savaşlar, kıyımlar, soykırımlar... Böyle durumlarda kayıpların mezarı bile olmaz çoğunlukla. Kimi suskun bir ıssızlıkta, kimi hesapsız bir toplu mezarda katılır sonsuzluğa.
İspanyol çizer Paco Roca’nın gazeteci Rodrigo Terrasa ile birlikte yazdığı Unutulan Ruhların Çukuru adlı grafik roman da böylesi bir toplu mezar öyküsünü barındırıyor işte. Kitabın 61’inci sayfasında yer alan “Mezarlar, toplumları hakkında çok şey anlatır” cümlesi, “Unutulma, hayatla ölümü ayıran uçurumdur,” (s.109) saptamasıyla birlikte değerlendirildiğinde, bir ülkenin yakın tarihiyle yüzleşirken bireysel ve toplumsal bellekleri sorgulaması gerektiğini vurguluyor. Nitekim romanın gerek tarihsel belgelere gerekse tanıklıklara dayanan olay örgüsü, İspanya İç Savaşı’nın hemen ertesinde Valencia kentinin yakınlarındaki Paterna kasabasında kurşuna dizilen cumhuriyetçilerin yürek burkan trajedileriyle açılıyor.
Roca ve Terrasa ikilisi, yaşanan trajedinin büyüklüğünü yansıtabilmek için tarihçi Vicent Gabarda'nın doktora tezine dikkat çekiyor bu arada. Gabarda’nın Paterna’nın yerel ekonomisi üzerine çalışırken 1939-1965 yılları arasında doğum ve evlilik kayıtlarının yalnızca üç cilt tutmasına karşın ölümlerin 26 cilde ulaştığını fark etmesi, son derece yol gösterici çünkü. Bu olağandışı fark incelendiğinde ölümlerin yüzde 90'ının idam cezası nedeniyle gerçekleştiğinin görülmesi de iç savaşın acımasızlığını iyice gözler önüne seriyor.
Kitabın sonsözünü de yazan Rodrigo Terrasa’nın sabırlı bir araştırma sonucunda edindiği bilgilerin ışığında yazılan Unutulan Ruhların Çukuru, ilk bakışta uydurma bir gerekçeyle hapse atılan, daha sonra da öldürülüp toplu bir mezara atılan Jose Celda’nın yaşam öyküsü gibi görünse de bu öyküye eşlik eden yan öykülerle erişiyor asıl çarpıcılığa.
Bu yan öykülerden ilkinin kahramanı, kendisi de ölüm cezasına çarptırılmış ama daha sonra cezası mezar kazıcılığına çevrilmiş olan cumhuriyetçi öğretmen Leoncio Badia. Yandaşlarını kendi elleriyle çukurlara atmak gibi yıpratıcı bir görev verilen Badia gelecekte bu mezarların açılma olasılığını dikkate alarak idam edilenlerin kayıtlarını tutmaya çalışıyor. Franko İspanyası’ndaki faşist bakışlarından kaçırabildiklerini elbette. Hatta bazı kurbanlardan bir tutam saç, düğme, mendil gibi eşyaları saklayıp birer anı olarak yakınlarına verebilmek için ölümü göze alıyor.
Romanın bir başka kahramanı ise Jose Celda’nın kızı Pepica Celda. Babasının 11 Eylül 1940’ta öldürülmesinden yetmiş yıl sonra çıkan bir yasadan yararlanma hakkını elde ettiğinde seksen bir yaşına gelmiş olsa da tek amacı, annesine verdiği sözü tutarak babasının kemiklerini bulmak ve ikisini aynı mezarda birleştirmektir. Girişimlerini engellemek isteyen yetkililere ve kurumlara karşı koyarak adım adım yol alıyor ve mezarcı Bancio’nun teslim ettiği ipuçları sayesinde babasının 126 numaralı toplu mezardaki 144 kişiden biri olduğunu buluyor. Bu sürecin dokunaklı basamaklarını başka ülkelere taşımak da mümkün elbette.
Yazarlar iç içe geçen bu iki öyküye kazı çalışmalarını yapan arkeologların özverili yaşantısını eklemeyi de ihmal etmedikleri için roman bol geçişli bir atmosfere sahip. Paco Roca’nın bu geçişleri farklı renklerle kurgulaması ise müthiş bir ustalık. Bunun yanı sıra ince ve yumuşak çizgilerle canlandırılmış karakterler, okurun sert bir dönemin barbarlığına dayanma gücünü artırarak kitaba özel bir sürükleyicilik katıyor. Bu sürükleyiciliğe Paco Roca’nın daha önce yine Desen Yayınları tarafından dilimize aktarılan grafik romanlarının merkezinde yer alan duygusal yoğunluğun da katkısını gözden uzak tutmamak gerek. Kitabı dilimize aktaran Murat Tanakol’un emeği de ayrı bir teşekkürü hak ediyor doğrusu.
Çizgi romanları ondan fazla yabancı dile çevrilen Paco Roca, gerek illüstrasyon çalışmaları gerekse alana verdiği emek nedeniyle hem İspanya’da hem farklı ülkelerde önemli ödüllere değer bulunmuş bir sanatçı. Rodrigo Terrasa ise yirmi iki yıldan beri El Mundo gazetesinin değişik birimlerine katkıda bulunuyor. Böylesine donanımlı iki sanatçının işbirliğiyle oluşan ve çizgi ile cümleyi yazınsal bir tatla birleştiren Unutulan Ruhların Çukuru’nun yakın bir gelecekte Álex Montoya tarafından beyazperdeye uyarlanacağı haberi de sinemaseverlerin ilgisini şimdiden çekmiş durumda. Bekleyip görmek en güzeli.