Üreticiler ‘Yeter artık gitsinler’ diyor
Geçtiğimiz hafta sürekli artan market fiyatlarının sorumluluğunun AKP iktidarı olduğuna işaret eden etiketler dolaşıma girmiş, tasarımcısı gözaltına alındıktan sonra serbest bırakılmıştı. Yeri gelince her türlü hakkımızı gasp etme pahasına her şeyin sorumluluğunu almaktan hiç de çekinmeyenler bu kez ne hikmetse sorumluluklarına işaret edilmesinden rahatsız olmuştu. Bu tür eleştirel sesleri susturma çabasının pek de anlamını olmadığı ise ortada. Zira herkes tahribatın sorumlusunu biliyor, tanıyor.
Yine de cehennemin kapılarını kapatma seçimi yaklaşırken felaket boyutundaki tahribatların sorumlularına ve daha da önemlisi bunların nasıl yaratıldığına, araçlarına işaret etmek önem taşıyor. Tahribat ve sömürü her alanda öyle derin ki birdenbire onarılamayacak. Bu sebeple geçiş süreci temelinde bir çözüm perspektifi hedefinde hangi araç, yöntem ve uygulamaların olabileceğini; neye karşı mücadele edilmesi gerektiğini tartışmak güncelliğini koruyor.
SOL Parti’nin Küçük Çiftçilerin ve Köylülüğün Yıkımı Raporu da bu çerçevede sorunlara ve çıkışa dair bir izlek sunuyor1. Kırsal alan, tarım ve gıda politikaları açısından baktığımızda örneğin, kır emekçilerinin son 20 yıldaki politikalarla nasıl kendi ayakları üzerinde duramaz hale getirildiğini ve neyin tersine çevrilmesi gerektiğini net bir şekilde görebiliyoruz. Rapora baktığımızda AKP iktidarının, küçük çiftçilerin ve köylülerin üretim koşullarını IMF ve Dünya Bankasının politikalarını devam ettirerek nasıl güçleştirdiğini, tarım-gıda alanının şirketlerin hakimiyetine adım adım nasıl bıraktığını ve küçük üreticilik ile aile çiftçiliğine dayalı Türkiye tarımının nasıl yıkıma uğrattığını görebiliyoruz.
Dahası bunu yaparken benimsediği araçları da görebiliyoruz. Elbette başta özelleştirmeler, kamu kurumlarının tasfiyesi, ticarileştirme ve şirketleştirmeler gibi neoliberal politikalar geliyor. 10 bin 818 TEKEL işçisinden 8 bin 247’sinin iş akdinin feshedilmesiyle sonuçlanan TEKEL’in tasfiyesi bu politikaların en can alıcı uğraklarından biri olarak düşünülebilir.
***
Üretici Birlikleri Yasası’nda yapılan değişiklikle kolektif üretimin yasaklanması, Tohumculuk Kanunu ile tohum üretiminin sertifikalandırılarak şirketlere bırakılması, Büyükşehir/Bütünşehir Yasası ile köylerin mahalleye çevrilerek köy müştereklerine el konulması gibi bir dizi müdahale ile tohumdan hasata küçük çiftçilerin üretim koşulları güçleştirilmiştir. Bunlara eşlik eden ithalat destekleri, pazar erişimindeki güçlükler, borçlanma gibi türlü adımların da üretim koşullarını güçleştirip kır emekçilerinin, kırsal alanın krizler karşısında direncini ve eyleme iradesi körelttiği şüphesiz. Bu tablo karşısındaki anlamlı tutum ise, raporun da işaret ettiği gibi eşitlikçi ve demokratik bir gıda sistemini yaratabilmek adına anti-kapitalist ve anti-emperyalist bir perspektifle halkın gıda sistemi olan gıda egemenliğidir.
İktidar önümüzdeki dönemde bu politikalardan vazgeçmeyeceğini defalarca gösterdi. Hatırlanacağı gibi tarımsal üretimi planlamak için hazırlandığı iddia edilen sömürü planı geçtiğimiz haftalarda mecliste kabul edilmişti. Uygulamaya konması önünde bir engel kalmamış durumda. Kirişçi “devrim niteliğinde” diyedursun bizler biliyoruz ki bu planın tek vaadi sermaye güdümlü emek ve toprak sömürüsünü mutlak kılmaktır.
Her şeyin farkında üreticiler iktidarın politikalarından, dağ gibi olmuş borçlardan, kendisi 6-7 liraya satamazken kenttekinin 20 liraya alamadığı sütten; gübre, mazot, sulama desteklerinin yetersizliğinden, büyükşehir yasasından, şirketlerin gübresine ilacına mahkûm bırakılmaktan, ürettiğini pazara ulaştıramamaktan yakınıp yaka silkiyor.
Bugün tahribat öyle derinki Hatay’ın köylüleri depremin üzerinden iki aydan fazla zaman geçtiği bu günlerde hala daha kendileri gibi hayvanları veya bahçeleri için de yaşamsal olan su, barınma, gıda/yem gibi ihtiyaçlarını düzenli temin edebilir halde değil. Geçtiğimiz 20 yılda üretim araçlarına erişime yönelik hakları gasbedilen, adım adım yalnızlaştırılan ve bir kez daha desteksiz bırakılarak üretimden koparılmak istenen köylülerin isyan eden şu sözleri hepimizin hissiyatını özetliyor: “Yeter artık gitsinler!”.
1https://yonetim.solparti.org/storage/yayinlar/1099573045.pdf