Google Play Store
App Store

Kadınlar, bir yandan düşük ücretlerle ve güvencesiz koşullarda görünmez şekilde ve tükenerek çalıştırılırken, diğer yandan tüketici olarak özgürlük ve bireysellik vaat eden reklamlarla sadece 'tüketirken görünen' insanlara dönüştürülüyor.

Üretimde görünmez, tüketimde hedefte, yönetimde camda

Burcu SARI KARADEMİR - Akademisyen

8 Mart Dünya Kadınlar Günü, yalnızca kadınların hak mücadelesini ve kazanımlarını kutlamak için değil, kadın emeğinin şirketler içindeki konumunu eleştirel bir gözle değerlendirmek için de önemli bir fırsat. Ne de olsa 8 Mart’ı en coşkuyla kutlayan aktörlerden biri de şirketler.

Küresel şirketler sürdürülebilirlik söylemini sahiplenirken, genellikle çevreci üretim modelleri, sıfır atık politikaları ve karbon emisyonlarının azaltılması gibi konulara odaklanıyorlar. Ancak bir şirket çevre dostu üretim süreçleri benimsese bile, eğer kadın emeğini sömürüyor ve kadınları tükenmeye zorluyorsa gerçekten sürdürülebilir bir dünyadan bahsedebilir miyiz? Elbette, hayır. Neoliberal ekonomi politikalarının merkezinde yer alan çok uluslu şirketler, devasa bütçeleri, tedarik zincirleri ve tüketiciye yön verme kapasiteleriyle birçok devletten daha güçlü aktörler haline gelmiş durumda olmasına rağmen güçleri sorumlulukları ile örtüşmüyor.

Küresel ticaretin ve üretimin büyük bir kısmını kontrol eden bu şirketler, devletler üzerinde yatırım ve istihdam üzerinden baskı yaratarak hem çevre hem de çalışma koşulları konusunda muafiyetler talep ediyorlar ve çoğunlukla vergi muafiyeti, çevresel denetimlerden muafiyet ve insan onuruna yakışır iş koşullarından muafiyet elde ediyorlar. Küresel sermayenin karlılık oranları bu muafiyetler sayesinde artarken devletler çevrenin sömürülmesi ve insanların standartlar altında çalıştırılmasına göz yummalarının karşılığında yabancı sermaye çekmek ve istihdam yaratmakla övünebiliyorlar.

Toplumsal cinsiyet eşitsizliği sosyal adalet konusunda küresel olarak en büyük adaletsizliğin en ağır yaşandığı kategoridir. Ne yazık ki yükselen toplumsal cinsiyet eşitliği karşıtlığı akımının en büyük destekçileri arasında önde gelen küresel sosyal medya şirketleri yer almaktadır. Şirketlerin toplumsal cinsiyet politikalarının topluma etkisi konusunda bir şirketin toplumsal cinsiyet politikalarının yarattığı toksik ortamın etkisini düşünecek olursak şirketlerin dünyayı daha az yaşanılır mı yoksa daha yaşanılır bir yer haline getirmekteki etkisini tahmin edebiliriz.

Elbette şirketler, kendi kârlarını düşüneceklerdir. Bundan kendi rızalarıyla vazgeçmelerini beklemek gerçekçi olmaz. Ancak, ‘Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’nden biri olan sorumlu üretim ve tüketim hedefinin de işaret ettiği gibi küçük bireysel tüketim kararlarının büyük etkiler yaratabileceğini ve bilinçli, kolektif bir hareket ile eşitlik talebi üzerinden şekillenen bir tüketici davranışı geliştirerek üretim süreçlerini ve şirket politikalarını dönüştürmemiz gerektiğini unutmamalıyız.

KADINLAR ÜRETİMDE GÖRÜNMEZ, TÜKETİMDE HEDEFTE

Şirketler, bir yandan kadınları toplumsal cinsiyet rollerine uygun sektörlerde düşük ücretle istihdam ettiklerini gizlerken, diğer yandan kadın tüketicilere pazarlama stratejileriyle yönlendirerek ekonomik bağımsızlığın bireysel tüketimle sağlanabileceği aldatmacasını pazarlıyorlar ve kadınların ev içi rollerini pekiştiriyor. Biliyoruz ki üretimde kadınlar emeklerinin karşılığını alamazken ve tüketebildikçe özgürleşen kadın rolü pekiştirilirken, ne üreten ne de tüketen kadınlar gerçekten özgürdür.

Şirketlerde kadın emeği sıklıkla düşük ücretli, esnek ve güvencesiz çalışma biçimlerinde yoğunlaşıyor. Özellikle ihracat işleme bölgelerinde, tarım, tekstil, hizmet sektörü ve bakım işlerinde kadınlar düşük ücretlerle, uzun saatler çalıştırılıyor. Bu sektörlerin ortak özelliği ise düşük statü, güvencesizlik ve yoğun sömürü... Kadınlar, bu sektörlerde üretim sürecinin temel direklerinden biri olmalarına rağmen, genellikle düşük ücretli ve güvencesiz ve cinsiyetlendirilmiş işlerde çalıştırılıyor. Düşük ücret politikaları ve sendikasızlaştırma uygulamaları, kadınların iş güvencesini ortadan kaldırıyor. Bunların yanında, ev içi bakım emeğiyle birlikte çift yük altında kalan kadınlar, ekonomik sistemin görünmez destek mekanizması haline geliyor. Kendileri fiziksel, duygusal, mental olarak tükenirken sistemi karşılıksız olarak yeniden üretiyorlar ve görünmüyorlar.

Bu sistemin temelinde kadın emeğinin tükenebilir bir kaynak gibi görülmesi yatıyor. Kadınların hem ücretli emek hem de ücretsiz bakım emeği ile çalışma kapasiteleri aşırı tüketiliyor, ancak bu tükeniş sürdürülebilirlik hesaplamalarına dahil edilmiyor. Feminist ekonomi politik akademisyenlerinin kullandığı "tükenme/yıpranma" (depletion) kavramı, kadın emeğinin bu sistem içinde nasıl sürdürülemez bir şekilde tüketildiğini gösteriyor. Kadınlar, üretim sürecinde de, ev içinde de, duygusal emek ve bakım emeği nedeniyle fiziksel ve zihinsel olarak yıpranıyor. Ancak şirketler, bu emeği sürdürülebilirlik hesaplamalarına dahil etmiyor; çünkü bu emek zaten "karşılıksız" ve çevre gibi "tükenmez" bir kaynak olarak görülüyor. Oysa, hem çevrenin hem de kadın emeği tükeniyor.

Bu 8 Mart’ta, küresel ekonominin en güçlü ve en az sorumluluğa sahip aktörleri olan şirketlere şu soruları sormak gerekiyor: Kadınlar için daha eşit, daha adil ve sürdürülebilir bir dünya ve gelecek için ne yaptınız? Kadınlar nerede? Hangi koşullarda çalışıyor?

Mutluluk reklamlarda değil, eşitlikte…